Gönderi

Yanılmıyorsam, o dönemde ben devletin (yani halkın) kesesinden on para almadan okuyan az sayıdaki kişilerden biriydim. Buna karşın, devlete ne denli verecekli, borçlu çıkarıldığımın öyküsünü ilerde anlatacağım. Hocalarla ilişkilerim kesilmişti. Gördüklerinde selâmımı alıyorlar, ne oldun, ne yaptın diye sormuyorlardı bile. Onların ne denli zavallı kişiler olduklarını henüz bilmiyordum. Ancak, her koyunun kendi bacağından asılacağı bir dünya içinde yaşanılacağını anlamaya başlamıştım, azbuçuk. Üniversite (eski harbiye nezareti binası) sanki benim evim olmuştu. Zaman zaman orada ilginç kişilerle karşılaştığım olurdu. Bir ara Halil Vedat adlı biri belirmişti. Boş gezenin başağası gibi biriydi. Bir başka tip şair Necip Fazıl. O zaman henüz Müslümanlıkla bozmamıştı. Önüne gelene şiirlerini bastıracağı kitap için düşündüğü eksantrik biçimi anlatırdı. Tikleri olduğu için kaşını gözünü boyuna oynatması, incir çekirdeğini doldurmaz bu gibi büyük sorunları karşısında ben onunla bir bağ kuramamıştım. Yalnız eksantrik konuşmalarını az uzaktan dinlerdim. Psikoloji hocası Şekip Tunç'un ahbabı olduğundan sık sık fakülteye gelirdi. Yalnız belleğimde yanılmıyorsam (üzerimde iyi izlenim bırakmayan olayları kafamdan silmek gibi bir huyum var) iki kez bu zat benimle zıtlaşarak beni matetmişti. Birinde CHP'nin İstanbul'da Cağaloğlu şubesine beni otomobil ile götürerek az sonra geriye zarf dolusu para ile gelişi! Diğeri hemen aynı şeyi Ankara'da göstermesi. O zaman ikisine de inanmıştım. İçimden acaba bu zatta bir çeşit sihirbazlık gücü mü var diye düşünmüştüm. (Yıllarca sonra onun Müslümanlık rolündeki eylemlerinin öyküsünü adını ileride yazacağım bir zattan dinlemiştim). Üniversiteye gelip geçici ziyaretçilerden üzerimde izlenim bırakan üçüncü kişi o zaman ilk kez gördüğüm Sabahattin Ali olmuştu. Çok şen, çok şakacı, çok konuşkan ve sevimli bir kişi. Benim öğretmenlik için bakanlığa "istida" yazmama en çok gülen o olmuştu. Bir pistonum, dayım, amcam, akrabam, bir dayanağım bulunmadığı bilinci içine düştüğüm sırada aklıma özel bir lisede bir öğretmenlik bulma gelmişti. (Alman Lisesi'ndeki öğretmenliğim üniversite öğrencisi olduğum yıllardaydı.) O günlerde özel lise açma modası başlamıştı. İstiklâl Lisesi'nde matematik öğretmeni olan Zülfü Bey adlı kişinin de bir lise açtığını haber aldım. Şehzadebaşı'ndaki çayhanelerle börekçilerin bulunduğu sokaktan geçilerek varılan eski bir paşa konağındaydı açtığı okul. Ortaokul kısmında bana tarih hocalığı verdi. Utancımdan Zülfü beye maaşımın ne olacağını soramadım, o da kendiliğinden söylemedi. O zamanın tutumuna göre tarih okuturken kitabın yazdıklarının dışına çıkılması yasaktı. O dönemin gerekleri yüzünden uygulanan bu yasağı yerinde buluyordum. Ayrıca, bu, öğretmenliği kolaylaştırıyordu, hatta bir açıdan öğretmene hiç gerek kalmıyordu. Öğretmen, çocukların anlamını bilemediği Osmanlı sözcüklerini onlara anlatacak bir "ayaklı sözlük" oluyordu. Benim gibi ücretle çalışan, daha yaşlı ve birkaç yerde daha hocalığı olan kişilerin [bir] yerden [bir] yere at gibi koştuklarını gördükçe kendi durumuma şükrediyordum. Yaşlı oryantalist Musevi asıllı Rescher de orada öğretmendi.
Sayfa 68 - GİRİŞ Gençlik Yılları - Niçin ve Neyi Yazıyorum? 3Kitabı okudu
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.