Gönderi

Napoleon, Mısır'ın ardından, padişah teslim olur umuduyla Osmanlı yönetimindeki Suriye'ye ilerlemiş, hayali gerçekleş­meyince ordusunu terk edip Fransa'ya geri dönmüştü. 50 yıl sonra yeğeni, amcasının yaptığı hatayı tekrarlamamaya karar­lıydı. Her şeyden önce, İngiltere ile çatışmaya girmeyecekti. Fakat gözlerini Ortadoğu'ya diken yeğen, 1860 senesinde Su­riye'de patlak veren ilk uluslararası krize yol açtı. Bu kriz, sonrasında Lübnan'ı (Cebel-i Lübnan) da içine aldı. Burası, birbirine hasım olan büyük ailelerin -Şam'daki el-Azmlar ve ilerleyen zamanda da önemli bir yere dönüşme­yecek olan Beyrut'taki Şahablar- bulunduğu, kendi halinde bir Osmanlı vilayetiydi. Dağlık ve kontrolü zor bir yer ol­duğundan çeşitli hizipler ve dini gruplar buraya güvenli bir biçimde yerleşebilmişlerdi. Bu konuyu ele alan yazarlar, bu grupların tasviriyle işe başlamak zorunda olduğundan kitap­larına nüfuz etmek kolay değildir. Kaldı ki, ben bile Süryani ve Aşure arasındaki farkın ne olduğundan tam olarak emin değilim. Fakat şu söylenebilir ki, bu gruplardan bir kısmı Ka­tolik kilisesi ile bir anlaşma yaptı ve bir taraftan kendi ayinleri ve papazlarının evlenebilme usulünü devam ettirirken, diğer yandan da papanın otoritesini kabul etti. Bunlar Süryani ve Keldani olarak bilinen Doğu Katolik [Uniat] Kiliseleri idi. Hz. İsa'nın dili olan Aramice konuşmalarına rağmen öyle an­laşılıyor ki birbirlerinin konuştuğu Aramiceyi anlamıyorlardı. Cebel [dağ] olarak bilinen Lübnan'da, diğerlerinden bağım­sız ve oldukça eski bir kilisesi olan Marunilerin başı çekti­ği birçok Hristiyan grup ile Dürzilerin çoğunlukta olduğu ve neredeyse bölünmüş halde olan Müslüman bir nüfus vardı. Maruniler ve Dürziler dış tehditler karşısında ortak dava et­rafında toplanabiliyorlardı. Sonrasında, yani 1840 itibariyle sorunlar başladı.
Sayfa 155 - Ketebe Yayınları 1. BaskıKitabı okudu
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.