Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Meşrutiyet döneminde, Osmanlı ordusunun ilk göz önüne çıktığı Edirne manevra sahasında hayalen şöyle bir dolaşalım: Senin ve benim; ve senin ve benim gibi birçok arkadaşın kollarımızda birer beyaz bant vardı. Biz hakemdik. Bizden daha büyük hakemler de vardı. Ne hüküm verilmişti.? Bunu söylemeden önce ne görülmüş olduğunu hatırlayalım. Sözgelimi, Mavi Kolordu'nun sağ kanadında hareket eden bir tümen komutanından, tümenine verdiği emrin ve tümenin bulunduğu durumun bildirilmesi -sorma yetkisine sahip birisi tarafından- rica edildi. Tümen komutanı, böyle bir soruya muhatap olmamış gibi, atının üzerinde suskun ve fazlasıyla sakin ve dilsiz duruyordu. Biraz bekledikten sonra birinci sorunun cevabından vazgeçilerek, kolordu komutanından alınan emrin anlamı soruldu; yine cevap yok.! Sebep.?! Sebep, aldığı emrin anlamını kavrayamamıştı. Sebep, verdiği emrin veya daha doğrusu imzaladığı emrin neden ibaret olduğunu bilmiyordu. Sebep.? Çünkü görünüşe rağmen, o tümene o komuta etmiyordu. Sebep, edemezdi.. Ya böyle verilen emri anlamadan kabul eden alay komutanları.? Evet, bu merakı gidermek için tümen komutanın yanından ayrılarak, ''Karıştıran'' yönünde yürüyen alaylara katıldım. Bir alay komutanına, beni hareketleri hakkında aydınlatmasını rica ettim. ''Şimdi'' dedi. Ceplerini karıştırdı. Ceketinin iç cebinden iki buruşuk kâğıt çıkardı. ''İşte, iki yazılı emir,'' dedi, ''birini gece aldım; birini sabahleyin. Henüz ilk emrin gereklerini tamamen yerine getiremediğimiz için ikinci emrin hükümlerini uygulamaya başlamadık..'' Bu emirleri gözden geçirdim. İkincisi, birincinin hükmünü geçersizleştiriyordu. Fakat alay komutanı hâlâ, ''Önce birinciyi ve sonra ikinciyi'' diyordu. Niçin.? Çünkü, alay komutanı, numara sırasıyla uygulamayı düşündüğü emirlerin ne birincisini ve ne de ikincisini anlamıştı. Oysa alayı gidiyordu. Ama nereye ve niçin.?! Bunu, alay komutanının kendisi de bilmiyor; alayını izleyen hiç kimse de bilmiyordu. O halde nereye gidiliyordu.? Bu gidiş, elbette felakete, utanca doğru bir gidişti.. Hareketlerini sonuna kadar izlediğim bu tümenin, gece olduğu zaman uğradığı sefaleti, kıtalarından bazılarını kaybederek çektiği ıstırabı, ertesi günü karşı tarafın topçu ve piyade ateşi altındaki perişanlığını tasvir etmek istemiyorum. Yalnız, açıklamak isterim ki, bu ve bunun gibi asker yığınlarının o gidişlerinin mutlaka felakete, mezara doğru bir gidiş olacağına hükmetmek için, pek keskin akla vurma yeteneğine sahip ve pek fazla uzak görüşlü olmak gerekmezdi. Biz, o zaman kararımızı vermiş, vicdanımızın sesini en yüksek perdeden en büyük kulaklara işittirmek kararlılığında bulunmuş ve, ''Bazı noktalara dikkat çekmeyi ve bu konuda uyanık olmanın sağlanmasını vicdan görevi sayarız'' demiştik. Ve demiştik ki, ''Bir kıta ve özellikle de subaylar kurulu, yalnız iyi örnek olacak rehberlerle yetiştirilir..'' ''İnsanlarda saygı göstermenin, itaat ve boyun eğmenin kendiliğinden -maddi anlamda değil, manevi anlamda üstün olanlarda- görülmesi, insan ruhunun gereklerindendir.'' Ve demiştik ki, ''Orduda yaşamanın zorluğu olan ve birçok geleneğe bağlı olarak gelişip olgunlaşabilen askeri disiplin duygusunu, bugün Osmanlı ordusu subayları arasında gerçek düzeyiyle görmeyi istemek, insani ruh hallerini bilmemektir. Ve rica etmiştik ki, ''Bugün için girişilecek iş; kayıtsız ve hiçbir şeye göz yummadan, nitelik ve iktidar sahibi olmak yeteneği gösterenlerden bir Komuta ve Subay Kurulu oluşturmak olmalıdır.'' Ve açıklamıştık ki, ''Ancak bilgili, iktidar sahibi, etkin, girişimci ve yetki sahibi bir ordu müfettişinin denetimi altında bilgisiz, ordunun talim ve eğitimindeki amaçtan habersiz kolordu ve tümen komutanları barınamayacakları gibi.. Böylece, ancak gereken niteliklere sahip kolordu komutanlarının kolordularında; dinlenmeye muhtaç olan ve zararlı bir heykel halini almaktan başka orduya iyiliği olmayan tümen ve alay komutanları, kabul görmez ve bunların tembelliklerine göz yumulmaz..'' Şiddetli gibi görülebilecek olan bu uygulamanın akla gelebilen sakıncalarının birer çaresi de gösterildikten sonra; ''Genel olarak iyi ordularla iyi komutanları birbirinden ayrılmaz şeyler olarak görmek için vakit kaybetmeye gerek olmadığı gibi, durum da buna izin vermez'' dedik. Ve en sonunda hatırlattık ki, ''Ordunun esenliğini vicdanen düşünen namus ve ahlak sahipleri ikiyüzlülükten uzaktır. Üstün ahlak sahibi olanlar çoğunlukla barış ve güvenlikte, gönül okşayıcı bakışları üzerlerine çekmekten çok, bu tür eyleri önleyecek biçimde konuşurlar.'' Sonra ne olduğu sizce de bilinir. Denildi ki, bu yükselen feryadın anlamı yoktur. Bu aşırı çaba gereksizdir ve belki de bir cinnettir.. Yok.. Yok.. O feryat cinnet eseri değildi; o feryat bugünkü felaketi vicdan ve akıl gözü ile görebilmekten kaynaklanan ıstırapların tepkileriydi. Ve.. Gerçekte, bir gün Sirenayik harekâtının meydanından Balkan yangınına koşarken.. Bir gün Afrika sahilinden beni vatanıma ulaştıracak yolların kapanmış olduğunu görürken.. Bir gün, işittim ki, vatanım Selanik ve orada anam, kardeşim, bütün akraba ve hısımlarım, -içyüzlerini anlattığım için vatanımdan kovulduğum kişiler tarafından- düşmana bağışlanmışlar. Ne garip ruh halidir. Dertli insanlar muhatabının derdini dinlemekten çok, kendi yaralarını açmaktan zevk alıyor. Ben de Nuri; âdeta seni dinlemekte olduğumu unutarak ne derin yaraları karıştırmaya başladım. Fakat merak etme, işte kitabını bıraktığım noktadan okumaya devam ediyorum.. (Sayfa: 6-8) *
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Zabit ve Kumandan ile Hasbihal
Zabit ve Kumandan ile Hasbihal
Nuri Conker
Nuri Conker
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.