"Milli teşkilatımızın izlediği gaye, vatanı parçalanmaktan ve milleti esaretten kurtarmaktır. Ama ondan sonra da pek mühim bir millet ve vatan vazifemiz vardır: İç işlerimizi ve hallerimizi ıslah ederek, medeni milletler arasında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen ispat etimek lâzımdır, Bu gayede muvaffak olmak için ise, siyasi mesaiden ziyade, içtimai mesaiye ihtiyaç vardır…"
Son sözlerin arasında şu cümle dikkati çeker:
"Efendiler, ümit ederim ki, elverişli bir sulh elde edildikten sonra durumumuz, iyi idare edilirse, eski sınırlarımız içindeki vaziyetimizden daha iyi olur…"
Bütün bu konuşmalarda uzak bir görüşün, uzun vadeli hesapların, harp ve sulh işlerinde stratejik sezişlerin ve kararların damgası vardır. Bu sözler ezilmiş, yenilgiyi kabul etmiş, ümitsiz bir insanın sözleri degildir. Halbuki Ankara'daki Muallim Mektebi binasında bu sözler konuşulurken, İstanbul'da hükümet, işgal kuvvetlerinin uşağı durumuna düşmüştü. Padişah ise milleti şöyle görüyordu:
"Millet bir koyun sürüsü. Ona bir çoban lazım. O da benim…"¹