Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

10 Temmuz 1921'de başlayıp, Altıntaş ve devamı muharebelerinde son şiddetine varan Yunan saldırıları, cepheyi çökertmişti. Şimdi her şey omuzlarına yükleniyordu. Ankara tam bir panik havası içindeydi. Göç başlamıştı. Büyük Millet Meclisinde gene sorumlular aranıyordu. Tanrı Moloh, gene kurban istiyordu!… Bunlar o günlerdir ki meselâ, Altıntaş bozgunu sıralarında Garp cephesi karargâhında bulunan Yakup Kadri, her tarafından geriye akan o perişan insan seli ortasında İsmet Paşanın şöyle dövündüğünü nakleder: "- Her şey bitti Yakup Kadri! Hayale yer yok! Hakikat bu!…" Fakat Mustafa Kemal, daima uyanık ve hareketlidir. Derhal Garp cephesi karargâhına koşan Mustafa Kemal, İsmet Paşayı Eskişehir'in güneybatısındaki karargâhında bu hava içinde buldu. Onların bu karşılaşmalarına şahit olanlardan dinlediklerim heyecan vericidir. Zaten muharebelerin büyük günleri, muammalı ve her ihtimale gebe olan günleridir. O günler ki ertesi sabah güneş doğarken, kimin ne olacağı bilinmez… Mustafa Kemal, İsmet Paşayı işte böyle bir günde buldu. Fakat Mustafa Kemal bir hesap adamıdır. Bozgunlar, belirsizlikler onun başını döndüremez. Ortada mademki bir vaziyet vardır, o halde bu vaziyetin, herhalde bir çözüm yolu da olacaktır. Mustafa Kemal, İsmet Paşayla karşılaşınca onu, gene İnönü muharebelerinden sonra olduğu gibi, muzaffer bir kumandan olarak değerlendirir. Sanki bir bozgunun ortasında değil, bir zafer arifesindeymişler gibi davranır. İsmet Paşayı tebrik eder: "- Déja (işte şimdiden) kazandın!" der. Bu vaziyetler içinde ancak böyle hareket edilebileceğini, böyle emirler verilebileceğini söyler. Sonra hemen ilgili kurmay şeflerine döner. Onları da cesaretlendirir. Çünkü vaziyetin telâşa ve ümitsizliğe tahammülü yoktur. Bu vaziyeti ancak uzun vadeli, büyük, stratejik kararlar kurtarabilecektir. Hele bu kararları alırken birtakım ince hissiyat hesaplarına katiyen yer verilmemelidir. Hulasa o an, emir, karar ve kumanda anıdır. Ama bu uzun vadeli ve geniş ufuklu kararı ancak o verebilirdi. Verdi de. Ordu derhal bütün mevzilerini bırakacaktı. Fakat usulü dairesinde çok gerilere çekilecekti. Tâ Sakarya'nın şarkına kadar!… Bu kararını şöyle anlatır Mustafa Kemal: "Vaziyeti yakından inceledikten sonra, İsmet Paşaya umumi olarak şu direktifi verdim: "- Orduyu Eskişehir kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya büyük bir mesafe koymak lazımdır. Öyle ki, ordunun tanzimi, düzenlenmesi ve kuvvetlendirilmesi mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmek caizdir. Düşman, duraklamadan bizi takip ederse, hareket üslerinden uzaklaşacaktır. Yeni menzil hatları (ulaştırma sistemi) tesisine mecbur olacaktır. Herhalde önceden beklemediği birçok zorluklarla karşılaşacaktır. Buna karşılık bizim ordumuz, toplu bulunacak, daha elverişli şartlara malik olacaktır. Bu tarzda hareket edişimizin en büyük mahzuru, Eskişehir gibi mühim mevkilerimizi ve çok araziyi düşmana terk etmekten hasıl olabilecek manevi sarsıntıdır. Fakat az zamanda elde edebileceğimiz muvaffakıyetli neticelerle bu mahzurlar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Diğer başka mahzurlara ise mukavemet edebiliriz." Karar buydu. Ama kararı ancak Mustafa Kemal verebilirdi. Öyle de oldu. Çünkü orduya bu kadar derin bir çekiliş ve ricat emri vermenin sorumluluğunu ondan başkası göze alamazdı. Karar hemen uygulanmaya geçildi. Eskişehir terk olundu. Kütahya ve Afyonkarahisar zaten düşman eline geçmişti. Ordunun elde kalan ve elbette ki yorgun, perişan ve büyük ölçüde dağılmış olan birlikleri doğuya doğru akmaya başladılar. Her ne suretle olursa olsun, birkaç gün için düşmanla temas kaybedilmeliydi. Yunan ordusu da zaten derhal takibe geçemedi. Kütahya'da, Kral Konstantin'in başkanlığında toplanan Harp Meclisi'ndeki karara da uyularak, onlar da birliklerini toplamak, düzenlemek ve bunun için de biraz duralamak zorundaydılar. Bu durumdan da faydalanarak elde kalan Türk kuvvetleri, 26 Temmuz 1921'de Sakarya gerisi sırtlarında, yani Sakarya'nın doğusunda yerleşmiş bulunuyorlardı. Muharebe iki cepheli yürütülmüştü. Bu cephelerin biri, Yunanlıların Türk ordusuna karşı yürüttüğü savaş cephesiydi. Ikinci cephe de, bu muharebe safları arkasında ve Yunan kıtalarıyla geri hizmet teşkilâtının ve bilhassa yerli Rum ve Ermenilerden kurulan milis veya gönüllü kuvvetlerin silahsız Türklere karşı harekete getirilen zulüm ve imha cephesiydi. Bu mekanizma, bilhassa Altıntaş-Kütahya sahasından itibaren korkunç bir vahşet halini almıştı. Gerçi Yunan makamları doğru olmayan raporlar yayınlayarak, dünya efkârına göre bu zulümleri maskelemeye, perdelemeye çalışmışlardır. Meselà Küçük Asya Ordusu Genelkurmay İkinci Başkanı General Stratikos'un raporu ve diğer raporlar bu arada sayılabilir. Fakat ne var ki bu raporların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
Sayfa 443 - Remzi KitabeviKitabı okudu
·
136 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.