Gönderi

Konstantinopolis'in nüfusu, Fetih sonrasında da zaten Rum'du. Erken on altıncı yüzyıla kadar resmi Osmanlı belgelerinin çoğu Rumca ve Türkçe olmak üzere iki dilliydi. 1714'ten sonraki Rum canlanışının odağı daha çok Konstantinopolis'in Fener semtiydi. Haliç'e nazır semtin yıldızı Osmanlıların yönetiminde parlamış, mukimleri muhtemelen imparatorluğun en zengin cemaati haline gelmişti. Osmanlı dönemi Konstantinopolis'inin Fenerlileri esas itibarıyla Rum kimlikleriyle Bizans geleneklerini bilinçli bir şekilde korumuşlar, Bizans İmparatorluğu'nun parlak günlerini -"Bizans rüyasını" - hayat tarzlarında, hissiyatlarında, hatta önemli sülalelerin çoğunun soyadlarıyla yeniden yaşatmak için bilinçli bir çaba harcamışlardı. Nitekim bazı Fenerli aileler Osmanlılar tarafından Eflak ve Boğdan prensliklerine [beyliklerine] atandıklarında, eski Bizans topraklarında kalan yegâne Hristiyan hükümdarlar olarak, kendilerine Caesarların vârisleri gözüyle bakmışlardı. Örneğin, Boğdan Prensi [Voyvodası] Dimitrie Kantemiroğlu'nun debdebeli hayatı bu "Bizans rüyasını" cisimleştirmiş ve neredeyse "son Bizanslıların" hayatı onunkiyle vücuda gelmişti. Gene de, 1782'den 1785'e kadar Osmanlıların Boğdan Voyvodası ve Konstantinopolis'in en muhteşem Rum ailelerinden birinin evladı, Aléksandros Mavrokordátos, II. Yekaterina'nın Rusya'nın hizmetine girmesi teklifini reddederken şöyle yazabilmişti: "Majestelerinin beni dost canlısı bir Türk'ün yerine koymaları daha uygundur. Ki bu Hristiyanlığıma gölge düşürmez, tam tersine Hristiyan inancım bana bile İmparatoruma bağlı kalmayı emreder."
Sayfa 135 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.