Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

104 syf.
8/10 puan verdi
·
25 saatte okudu
Başlıksız
Annemin Otobiyografisi
Annemin Otobiyografisi
‘nden sonra yeniden sömürge topraklarına yolculuk. Bu sefer bir sömürge yerlisinin değil, bir sömürgeci ülke vatandaşının hikayesini dinliyoruz. Böyle giriş yapınca sanki toplumsal gerçekçi bir romanı okuyoruz izlenimi verdim sanırım ama bu aslında bir genç kızın kalbinin içinde geçen bir roman. Vietnam’ın ılık ikliminde, sanki okyanus esintileri yüzüme yüzüme vuruyormuş gibi, oturup onaltı yaşındaki fransız bir kızın aşk öyküsünü dinlerken kafamı kaldırıp arada bir etrafa baktım. Elbette yazarın vermek istediği bir sömürge ülkesinde neler olup bittiği değildi ama ben aldım elime bir büyüteç, kulağım genç kızda, gözlerimi diktim topluma. Duras beni şaşırtmadı. Kalemi şüphesiz ki çok iyi. Onunla ilk tanışmamız
Yazmak
Yazmak
ile olmuştu ve devam etmek için
Sevgili
Sevgili
güzel bir eserdi. Kadın yazarlada çok sevdiğim bişey Duras’da da var: anlatımdaki çıplaklık. Bu cesurluğu seviyorum. Herkesin bir maskenin altından konuştuğu dünyada bir insanı bütün şeffaflığı ile görebilmenin verdiği güven duygusundan olsa gerek, bir de ortak duygu paylaşımı. Bu açıdan yazarın bu eserdeki dilini yer yer
Annie Ernaux
Annie Ernaux
’ya benzettim. Hele ki sevgilisi ile yaşadığı yakınlaşma sanki
Kızın Hikâyesi
Kızın Hikâyesi
’ni okuyormuşum hissini uyandırdı. Ernaux Duras’tan daha genç. Acaba kaleminden etkilenmiş midir diye düşündüm fakat Ernaux’un eserlerinde Duras’ya atıf yaptığını hiç hatırlamıyorum. Virginia Volf’tan bahsetmişliği vardır mesela ya da Marcel Proust’tan. Ernaux Duras’dan etkilendi ise bile boynuz kulağı geçmiş diye düşündüm okurken, Duras beni asla Ernaux kadar sürüklemedi. Neyse, yine bir yazarın çöplüğünde Ernaux övmek gibi geleneksel okur şımarıklığımı yaptıktan sonra biraz da toplumsal mevzulara geçeyim. Bu kitap Duras’nın hayatından izler taşıyormuş, ki anılarının bir kısmı bana göre, roman bile değil tam olarak, çünkü onsekiz yaşına kadar Vietnam’da yaşadığını biliyoruz. Roman değil değerlendirmesini kendim için yapıyorum, çünkü roman bende baştan sona yazılanların kurgu olduğu hissini yaratıyor ve satırların ağırlığını üzerimden kaldırıyor. Fakat ben her şeyin gerçek olduğuna inanmak, bu çıplaklığın, bu açıklığın hayal ürünü olmadığını düşünmek istiyorum. Öyle ya , o insanlarla nasıl ortaklık kurabilirim yoksa.
Annemin Otobiyografisi
Annemin Otobiyografisi
’ ne yazdığım incelememde sömürge ülkesindeki bir yerlinin nasıl kendi öz vatanında yabancılaştırıldığına değinmiştim (#233340794). Sömürgeci ülkeden gelen vatandaşlar için her şey sanki daha güzel gibiydi fakat burda tersi bir gözlem yapıyorum. Yerliler ve beyazlar diye bir ayrım var. Yani aslında beyazlar ve beyaz olmayanlar. Elbette üstün olanın dayatması olarak beyazlar bir adım önde gibi. Fakat okyanusların ilerisinden gelmiş beyaz kadının çok da umrunda değil bu. Her ne kadar üstün durumda olsalar da sömürgeci ülkeden gelenlerin iç dünyasında da göçmenlerin yaşadığı tarzda bir “ait olamama” duygusu seziyorum. Yerli halkın geleneklerinden bahsediyor yer yer. Sonra kahramanın annesinin, bütün bir ömrünü orada geçireceğini düşüneceği için, kızını bu geleneklere uymaya zorlaması. Mesela genç kızın sevgilisini öğrendiği zaman artık buradan kimse seninle evlenmez demesi o coğrafyanın zihniyetinin bir yansıması. Yer yer yazar annenin oğullarını kızından çok daha fazla önemsediğini belirtiyor. Kız çocuğunun ailedeki ve toplumdaki konumu edebi eserlerde takip ettiğim bir olgu olduğu için not düşmek istedim. Fakat bu fransız toplumunun bir gerçeği mi, vietnam toplumunun mu, yoksa sadece bir annenin öylesine oğluna düşkünlüğü mü, bunun ayrımına varamadım. Dikkatimi çeken bir başka şey, küçük çocukların kaldığı devlet yurtlarının o dönem yaygın oluşu. Yani yatılı okul mantığında. Buralarda çokça melez çocuk olduğunu söylüyor yazar. Yani yerli annelerden doğma, kısa süreliğine görev icabı sömürgeci ülkeden gelmiş denizci doktorluk, öğretmenlik gibi meslekleri olan babaların sahipsiz çocukları. Bu da sömürge ülkelerinindeki yerli halkın başka hüzünlü bir gerçeği. Zaman zaman fransız gemiler gelir günlerce kıyıda kalırmış. Yerli halk ve orda yaşayan fransızlar geminin içini gezer, Fransada’yız derlermiş. O zamanlarda diyor yazar, aynı kıtanın bile başka ucuna gitmek sadece gemi ile mümkündü. Kara yolları, daha doğrusu sarp dağları aşacak teknoloji yokmuş haliyle. 20. Yy.ın ilk yarısı. Savaş gerçeğine değinmeden bu kısmı bitirmeyeyim. Yazar da bir iki cümle ile değiniyor sadece. Dünyayı sarsan ikinci dünya savaşının adını duyuyorlar sadece yerli halk olarak. En azından kitap bu kadarını veriyor. Avrupan coğrafyasındaki gibi ağır bir yıkıma tanıklık etmiyoruz bu pencereden. Kitabı beğendim. Yazarın amacı zannederim ki yalnızca aşk acısını anlatmaktı. Fakat ben kitap üzerine konuşurken, dikkatimi çeken detayları unutmamak adına, toplumsal bir takım olgulara da yazıya geçirmek istedim. Bir Fransa, bir Vietnam, çinli bir sevgili, aşkını çiçek gibi içinde büyütmüş tazecik bir genç kız. Güzel bir hikayeydi.
Sevgili
SevgiliMarguerite Duras · Can Yayınları · 1994934 okunma
·
2 artı 1'leme
·
82 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.