Tuncay Birkan olunca daha bir güven ve merakla aldım elime. Kitap yazarın denemelerinden oluşuyor. Bu denemelerde yazar Unutma, özlem, yabancılaşma, asimile olma,mülksüzleşme, aidiyet ,muğlaklık ve tamamlanmamışlık, sürgün olma gibi duygu ve olguları incelemiştir.
İlk deneme 16. Yüzyılda ticaret merkezi olan Venedik ile ilgilidir. Bu şehirde istenmeyen yabancılar vardır. Bunlar: Almanlar, Yunanlılar, Türkler ve Yahudilerdir. Yahudiler sadece istenmeyen değil, nefret edilen de yabancılardır. Yahudiler Venedik’e İspanya’dan sürgün edilmiş ve şehrin merkezine yerleşmeleri istenmediği için
kendilerine bir “Getto” oluşturmuşlardır.
Venedik’de Yahudilere baskı uygulanmaz. O Gettodan çıkışlarına gün içerisinde belli bir saate kadar izin verilir. Akşam olunca kanalın köprüsü kaldırılır. Onlar artık kendi gettolarında hapistirler. Öyle ki evlerinin balkonu bile yoktur. Evlerinin kanal tarafına bakan tarafında pencereleri yoktur. O pencereler duvar örülerek kapatılmıştır. Venedikliler dinlerinden dolayı Yahudilere düşmandırlar ama ekonomik güç dinin etkisini de geçmiş , para başat üstünlük kurmuştur. Yahudi parasının büyük hatırı vardır! Yazar Venedik ve gettoları anlattığı bu bölümde
Venedik Taciri romanından da alıntılar ve dönemsel analizler yapmıştır.
Bir diğer örnek verilen Avrupa şehri Paristir. Tarihinden beri göçmen ve yabancı düşmanı olan Fransa’da ilginç gelişmeler yaşanmıştır. 1830'larda Fransa'nın üniversiteleri yabancılara açılmış ve siyasi iltica hakkı ilk defa yasalaşmıştır. 1789'un siyasi öğretileri yeri aşkındır; insanın Fransız Devrimi'nde beyan edilen özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe inanması için Paris'te olması veya Fransız olması gerekmez. Yazar mükemmel bir ironiyi aktarmıştır burada.
Milliyetçilik ile bir yabancı olma durumu arasındaki belalı ilişkiyi örnekleriyle anlattığı yerlerde,
Immanuel Kant
dan örnek verir; Kant’a göre kişi farklı insanlar arasında kendisini ne kadar evinde hisseder, onlardan ne kadar uyarım alırsa o kadar gelişmektedir.Bu "evrensel yurttaş" yabancıların vereceği uyarımı arar ve bunların hepsinde müşterek olanı, evrensel olanı öğrenir.
Yazar denemelerin içerisinde “yabancılık” hissini tuvale çok başarılı yansıtan ressamlardan bir kaç sanat eseri örneği de vererek, kitabını tarih ve sanatla iç içe harmanlayarak oldukça estetik hale getirmiştir.
Son bölümü yazar
Aleksandr Herzen e ayırır. Onun Rusya’nın dışında geçirdiği sürgün yıllarını anlatır. Sürgün olma Herzen’in yaşamında derin izler bırakmıştır. Yazarın “sürgün yarası” dediği bu tahribatı Herzen’in “Rus olmadan önce bir insandım” sözünden de anlayabiliyoruz.
Yazarın yabancılaşma hissi ile ilgili mükemmel psikolojik tahlilleri vardır. Örneğin; Bir yabancı haline gelmiş biri için iki tehlike vardır:Biri unutma tehlikesi, diğeri hatırlama tehlikesi; birinde yabancının asimile olma arzusu onu küçültürken, diğerinde özlem yüzünden kişi kendini mahveder.
Yazara göre Köken kaderdir. “Aslında medeniyetimizin başlarına dönüp bakıldığında, köken ve aidiyet izlerinin esamisi, sürgün, mülksüzleşme ve göçten çok daha fazla okunmuş gibidir.” Sözüne katılmamak mümkün mü, göçebe bir topluluktan gelen bir millet için?
Ama aidiyet sorunundan çok daha yıpratıcı bir travma varsa o da sürgündür.
Edward Said in dediği gibi “ Göçmen olmak, gönüllü sürgünlüktür.” Nereye giderseniz gidin kendi geçmişinizi bavulunuzdan önce oraya taşırsınız. “Hatırlama” duygusu dünyanın bir ucuna da gitseniz size kendini en şehvetli haliyle sunacaktır. Ruhunuzun aslında çok da özgür olmadığını farkedeceksiniz. Çünkü;
“Anılar sürgünü esir eder.”