Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Aziz oğlunun ince ve kederli yüzüne şöyle bir baktı. "Nerden?" diyen, "Kimden?" diyen, adres soran, olur da bir adres ve kartvizit alırsa onu da ciddiye alan ve ona yönelen çok kimse görmüştü. İşin tuhafi bu kimseler hep bu hallerini de bir merhale, bir hikâye olarak anlatırlardı, hatta av olarak, "Gittim, dedikleri adamı buldum." Bulmak buydu demek, dedikleri daireye gitmek ve telefon numarasını verdikleri, onun da, "Beni bulsunlar," dedikleri adamı bulmaktı. Buluşmak da rast gelmek de, aramak da, kalbine dönmek de buydu. Hayatın mucizesi, esrarı, yazgısı, kaderi, çilesi ve teri buydu. Kim neyi arıyorsa onun tuzağına da yem oluyordu. Içine birden heyula gibi inen karanlıktan simsiyah kesilmişti Aziz. Tek tük denen şeyin bile sade bir muhayyile olduğunu bunu sonradan inkâr etse, hatta tekrar inanmaya başlasa bile gördü. Yavaşça gördüğünden başını çevirdi. Teklik içine iyice azalmış bir son damla gibi pasla damladı. Derine yerleşik bir duygu ya da düşünce yüzeyde değil, sahibine ekli ve çakılı olduğundan başkasına geçirilemiyordu. Bilgi, dünya malı olarak alınıp satılıyor, bundan kâr ediliyor, durmadan el değiştiriyor, yine mal gibi revaçta olup olmadığı dahi zamanına göre değişip duruyordu. Bunu alan da, bu mahsulsüz de, satın aldığını, günün ederini aramaya hayat diye çarşıya çıktığını bile bilmiyor da hazineye doğdum zannediyordu.
·
27 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.