Ebrucu teknesini hazırlıyor.
Tekne yavaş yavaş suyla doluyor. İnsan gibi...
Bu su, yavaş yavaş güzelliklerin vitrini olur...
Güzellik insanın mayasıdır.
Kişi hangi suyla dolarsa o suyla taşar... Gülsuyu ile dolan gülsuyu sızdırır.
Kirli su ile dolan da kirli su...
İnsanın varlığı bu tekne gibi...
Tekne temiz, su temiz...
Tanrı'nın içimize koyduğu tertemiz su kirlenmeye gelmez. Tekne kirlenince su da kirlenir.
Oysa o tekneden murad imanla, hayırla, muhabbetle dolmasıdır.
Renkler...
Onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca... Renkler de su gibi Mevlâmızın nimetleridir. Görene renk vardır, görmeyene ise yoktur. Doğru görene sonsuz renkler vardır.
Renk körü de görür, ama renkleri karıştırır.
Aynen böyle gönül gözü kör olan insanlar da hikmet renklerini birbirine karıştırırlar. Hayrı şer, şerri hayır görürler...
Nuru karanlık, karanlığı da nur...
Küfrün başı Ebu Cehil de öyleydi. Baş gözü tastamam görüyordu. Ama gönül gözü kararmıştı.
Küfrü ona sadece kendi karanlığını gösteriyordu.
O yüzden Peygamber Efendimiz'in nur cemâline bakıp "Ne kadar çirkin bir yüzün var!" demişti. Peygamber Efendimiz de "Doğru söyledin." buyurmuştu. Onun ardından Hazreti Ebu Bekir geldi. Sádıkların sultani o yüce zat Peygamber Efendimiz'in cemåline baktı: "Ne kadar da güzelsiniz." dedi. Peygamber Efendimiz O'na da "Doğru söyledin." buyurdu.
Bir şey hem çirkin, hem de güzel nasıl olur? Öyle ya! O nur görüşlü sahabeler bunu sordular Peygamber Efendimiz'e...
O hakikat güneşi şöyle ferman buyurdu: "Herkes herkese aynadır. Ben, Allah'ın cilāladığı bir aynayım. Bana bakan kendini görür. Ebu Cehil bana baktı ve kendi karanlığını gördü. Ebu Bekir de bana bakınca Hakk'ın nurunu..."