“Lord Janos. Size Bozkalkan’ın komutasını veriyorum.”
“Bozkalkan... Bozkalkan, yabanıl
arkadaşlarınla birlikte Sur’a tırmandığın yerdi...”
“Öyleydi, Kabul etmem gerekir ki kale acınacak durumda.
Onu mümkün olan en iyi şekilde onaracaksınız. İşe ormanı geri iterek
başlayın. Hâlâ ayakta duran yapıları tamir etmek için, çökmüş olanlardan
taş çalın.” Bu iş zor ve acımasız olacak, diye ekleyebilirdi. Taş üstünde
uyuyacaksınız, şikâyet edemeyecek ve komplo kuramayacak kadar yorgun
olacaksınız. Çok geçmeden, sıcağın nasıl bir şey olduğunu unutacaksınız
ama erkekliğin nasıl bir şey olduğunu hatırlayabilirsiniz. “Otuz adamınız
olacak. On adam buradan, on adam Gölge Kule’den ve on adam da Kral
Stannis tarafından bize geçici olarak verilenlerden.”
“Ne yaptığını anlamadığımı mı sanıyorsun? Janos Slynt kolayca
kandırılacak bir adam değildir. Sen henüz kundağına pisliyorken ben Kral
Toprakları’nın güvenliğinden sorumluydum. Harabeni kendine sakla piç.”
Size bir şans veriyorum lordum. Bu, sizin babama verdiğiniz her şeyden
daha fazla. “Beni yanlış anladınız lordum,” dedi Jon. “Bu bir teklif değil,
bir emir. Buradan Bozkalkan’a yirmi fersah yol var. Silahlarınızı ve
zırhınızı toplayın, vedalarınızı edin ve yarın sabah ilk ışıkla birlikte yola
koyulmak için hazırlanın.”
“Hayır.” Donarak ölmek için uzaklara uysalca gitmeyeceğim. Hiçbir vatan hainin
piçi Janos Slynt’e emir veremez! Dostlardan yoksun değilim, seni
uyarıyorum. Hem burada, hem de Kral Toprakları’nda dostlarım var. Ben
Harrenhal Lordu’ydum! Harabeni, senin için oy kullanan kör aptallardan
birine ver. Ben o harabeyi almayacağım. Beni duyuyor musun çocuk?
Almayacağım!”
“Alacaksınız.”
“Lord Janos,” dedi Jon, “size son bir şans
vereceğim. O kaşığı masaya bırakın ve ahıra gidin. Atınız eyerlendi ve
dizginlendi. Bozkalkan’a kadar uzun ve zorlu bir yol var.”
“O halde yola koyulsan iyi olur çocuk. Bozkalkan senin gibiler için harika bir yer bence. İmanlı
iyi insanların epey uzağında. Senin üstünde canavarın işareti var, piç.”
“Emrime itaat etmiyorsunuz demek?”
“Emrini alıp o piç kıçına sokabilirsin,”
“Nasıl isterseniz. Lütfen Lord Janos’u Sur’a götür...”
“...ve onu as,” diye bitirdi Jon.
“Hayır,” diye itiraz etti Lord
“Hayır, beni bırakın. O sadece bir
çocuk, bir piç. Babası vatan hainiydi. Onun üzerinde canavarın işareti var,
kurt var... Beni bırakın! Janos Slynt’e el uzattığınız güne pişman
olacaksınız. Sizi uyarıyorum, Kral Toprakları’nda dostlarım var...”
Lord Janos’un, “Eğer bu çocuk beni korkutabileceğini sanıyorsa,
yanılıyor,” dediğini duydular. “Beni asmaya cesaret edemez. Janos Slynt’in
dostları var, önemli dostları, göreceksiniz...”
Bu yanlış, diye düşündü Jon. “Durun.”
Emmett döndü, kaşları çatılmıştı. “Lordum?”
“Onu asmayacağım,” dedi Jon. “Onu buraya getirin.”
Bowen Marsh’ın, “Ah, Yedi bizi korusun!” diye bağırdığını duydu.
Lord Janos’un gülümsemesinde, bayat yağın bütün tatlılığı vardı, ta ki
Jon, “Bana bir kütük bulun,” deyip Uzunpençe’yi kınından çıkarana kadar.
Uygun bir kütük bulunduğunda, Lord Janos vinç kafesinin içine kaçtı
ama Demir Emmett kafese girip adamı dışarı sürükledi. Emmett tarafından
yarı itilip yarı çekilerek avlunun karşısına götürülürken, “Hayır!” diye
feryat etti Slynt. “Beni bırakın... bunu yapamazsınız... Tywin Lannister
bunu duyduğunda hepiniz pişman...”
Emmett, Janos’un ayaklarını yerden kesti. Efkârlı Edd, Janos’un sırtına
bir tekme indirerek dizlerinin üstünde kalmasını sağlarken, Emmett kütüğü
adamın başının altına yerleştirdi. “Eğer kıpırdamadan durursanız bu iş daha
kolay olur,” dedi Jon, Janos’a. “Darbeden kurtulmak için kenara çekilmeye
kalkarsanız, yine de ölürsünüz ama ölümünüz daha çirkin olur. Boynunuzu
uzatın lordum.” Jon, piç kılıcının kabzasını iki eliyle birden kavrayıp silahı
yukarı kaldırdığında, bıçağın üstünde solgun sabah ışığı gezindi. Jon, son
bir küfür bekleyerek, “Eğer son bir sözünüz varsa, söylemenin tam
zamanıdır,” dedi.
Janos Slynt, Jon’a bakmak için kafasını çevirdi. “Lütfen lordum.
Merhamet. Ben... ben gideceğim... ben...”
Hayır, diye düşündü Jon. O kapıyı kapattın. Uzunpençe aşağı indi. Janos
Slynt’in başı çamurlu zeminde yuvarlanırken, “Çizmelerini ben alabilir
miyim?” diye sordu Öküz Owen. “Çizmeleri yeni sayılır. İçleri kürk kaplı.”
Jon, arkasına dönüp Stannis’e baktı. İki adamın gözleri bir an için
buluştu. Sonra kral, başını onaylar gibi salladı ve kulesine geri döndü.