şehrin gürültüsünde boğulur seslerimiz
cumbalı odalardan kadim sırlar yayılır
iğde kokularında tene bürünür mazi
boğulmak üzeredir yorgun nefeslerimiz
kan toplayan gözlerden ölgün bakışlar düşer
sanki kalbimiz ıslak ve asılı balkonda
ağrıyan yanlarından mandal işkencesiyle
üstümüze geliyor çok katlı yalnızlıklar
toprağa yalın ayak düşme endişesiyle
kapatıp gözlerini içe sarıyor kuşlar
neye sarılsak çürük göğsümüzü taşımaz
bir demli çay buğusu elimizden tek tutan
bir ayağı kırılmış mutluluk kaderimiz
plakta eski şarkı sancımızı uyutan
ve bitmeyen yokuşlar kıran dizlerimizi
eskiye rağbetimiz artıyor günden güne
omzumuza çöküyor kırk yılın yorgunluğu
açımız genişliyor ölümü görüyoruz
çetrefil sorularla kuşatılmış fikrimiz
tedirgin adımlarla arafta duruyoruz
ve bir gün açılacak çalkalanıp gökyüzü
zemin, ayağımızın altından çekilecek
bir ömürlük hikâye her birimizin yüzü
sanki hiç yaşanmamış hayal gibi maziden
bütün izlerimizi süpürecek bir rüzgâr