“Kitap okurken yazarların hepsinin kuyuya düşmüş insanlar olduğunu öğrendim. Oradan yeni kurtulanlar da, çok önceleri
çıkanlar da var ve sanki hepsi ileride o kuyuya yine düşeceklerini söylüyor."
"Kuyuya düşmüş ve ileride de düşecek insanların hikâyelerini
niye okuyayım ki?" diye sordu Minchul, anlam veremeyerek.
"Çünkü aynı mücadeleyi veren başka insanlar olduğu gerçeğiyle bile güç bulabiliriz. Bu zorlukları tek ben yaşıyorum
zannederken aslında onların da savaş verdiğini fark edebiliriz.
Acımız varlığını korusa da, ağırlığının bir şekilde, biraz olsun
hafiflediğini hissedebiliriz. Yaşamı boyunca kuyuya hiç düşmemiş bir insan var mıdır diye düşündüğümüzde, bunun mümkün olmadığını fark edebiliriz.
Hal bu olunca, içimizde bu çaresizliğin üstesinden gelmeye dair bir istek uyanır. Derken köşeye kıvrılmış bedenimizi ayağa kaldırırız ve kuyunun o kadar da derin olmadığını görürüz. Bunun farkına bile varmadan bunca zaman kuyunun içinde kasvetle sarmalanmış halde geçirdiğimiz için güleriz hatta. Tam o anda, birden hafif bir rüzgâr eser ve aniden hayatta olduğumuz için şanslı olduğumuz düşüncesi kuşatır bizi. O rüzgârın esişi sayesinde.”