ama ne kadar denerse denesin, böyle şeyler demeyi beceremiyordu, kızgındı, verdiği söze de bağlıydı, yine de james'e sezdirmeden, babasına duyduğu sevgiyi bir tek onun anlayabileceği şekilde belli ediyordu. çünkü diye düşündü, elini suya daldırarak, çünkü diye düşündü, kayıtsız gözlerini yelkenlerden ayırmayan, arada bir anlığına ufka bakan james'e bakarak, sen bunu, bu baskıyı, bu duygu bölünmesini, bu olağanüstü kışkırtılmayı yaşamıyorsun.
...
cam için dünyadaki en çekici insan oydu; ekleri çok güzeldi, ayakları da, sesi, söyledikleri, tezcanlılığı, aksiliği, tuhaflıkları, tutku dolu oluşu, herkesin önünde, can verdik, her birimiz yalnız, diyebilişi, insanlardan uzak duruşu da çok güzeldi.
ama yine de kabul edilemez bir şey var ki, diye düşündü cam, dimdik oturup, o da bütün çocukluğunu zehirleyen ve içindeki acı fırtınalar kopartan duyarsızlığı ve kaba körlüğüydü, şimdi bile geceleri öfkeden titreyerek uyanıyor ve onun verdiği emirlerden birini hatırlıyordu; aşağılayarak, "şunu yap, bunu yap" deyişini; "bana itaat et" diye tahakküm edişini.
bu yüzden hiçbir şey demeden, inatla ve üzüntüyle, huzur örtüsüne bürünmüş sahile baktı; oradaki insanların hepsi uykuya dalmış sanki, diye düşündü; duman kadar özgürler, birer hayalet gibi serbestçe gelip gidebilirler. orada hiç acı çekilmiyor, diye düşündü. (187)