Sayfa 77
Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima
iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istiraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla, yahut hayatımizın tabii muhitiyle sikı bir
alakası olsa gerek. Bir: muharririn dediği gibi, falan yerde en
kesif siddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve
baska insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabili tahammül
oluvor. Bununla beraber acıdan acıya fark var. Ve benimki
acılarn en büyüğü, evlat acisıydı, üstelik de yağmur yağıyordu. Oh, size bu yağmurlu günlerin bende yaptığı aksülameli
nasil anlatmali? Böyle günlerde ben değişir, büsbütün başka
adam olurum. Başka bir adam, tam kelimesi değil... Bütün bir mazi, en kötü, en karanlık, en tamir edilmez taraflarıyla içimde
canlanır, hortlaklarımla baş başa kalırım. Böyle zamanlarda
hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve
üzüntünün kaynaği kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün
ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim.
Bu sefer de öyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik
üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi
geldi. Trene aynı ruh haleti icinde bindim. Izmit'e kadar hep
ayni ıslak ve rutubetli hava icinde, tupkı bir olukta seyahat eder
gibi geldik. Hiçbir șey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim,
Sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikce yağmurun çikardığı sesi dinledim. Bir tabutta uyananlar,
yeraltinın mutlak sessizliğinde kendi nabızlarını ancak böyle dinlerler.