“1937’de doğdu
Hiç uçurtması olmadı.” (s. 11)
Ölmeden bir sanatçı ile tanışmak isteseniz kim olurdu?
Kitabı okumadan önce de Cüneyt Arkın derdim sanırım bu soruya. Ama okuduktan sonra öyle bir bağ kuruldu ki içimde artık istesem de başka cevap veremem sanırım. Sahi, nasıl bilirsiniz kendisini?
Battal Gazi, Kara Murat, Dünyayı Kurtaran Adam, Türk sinemasının yakışıklı jönü, Bizans’ın korkulu rüyası… Bildiklerimiz değil mi? İnsanoğlu böyle işte, yansıyanla yetinir hep, ruhuyla değil gözleriyle bakar hep. Oysa ne diyordu
Cüneyt Arkın
Çoban, hayvan sevdalısı, “İnsanları sevmekle yaralandım. Teselliyi hayvanları sevmekte buldum,” diyen isim, inşaat işçisi, en büyük korkusu ekmek bulamamak olan adam. “Bugün de ekmek görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyorum,” diyor eserinde. Ve sinema dünyasına girişi de yine ekmek parası uğraşı: “Bir film çekeceğim, oynar mısın,” dedi. “Kaç lira alacağım,” dedim. Anadolulu, Anadolu'nun bağrından kopup gelen isim, bir sanatçı için “bizden biri” demek en çok ona yakışır sanırım. Oysa biz isminin Fahrettin, asıl mesleğinin doktorluk olduğunu bilerek onu tanıdık sandık yıllarca. Ne büyük eksiklik! Hepimizin hayran olduğu, idol olarak aldığı bir isim. Hangimizin aynı yollardan geçecek cesareti var?
“Siz hiç öldünüz mü?” (s. 12)
Öyle acılar çeker ki, yeri gelir intiharı düşünür. Öyle acılara tanıklık eder ki bir gün değil, defalarca ölür. Zordur Anadolulu olmak, zordur büyük acıları görüp önüne geçememek… Ama acılarla yüklü insanların benzer ortak noktaları olur hayatta. Birçoğumuz okuyarak göğüs gereriz mesela. Kendisi de bizden! “İlk önce kitaplarımı selamladım. Bahçeye doya doya baktım. Güvercinlere uzaktan yem attım. Sonra oturdum. Düşünmeye başladım. Ölüm ve hayat…” (s. 15) Sadece kitaplar mı? Bir dönem Lost dizisini de izler, düşünceleri bizle aynı “öyle bitmemeliydi.”
İnanması zor ama babası koyunları otlatırken “Battal Gazi” destanını anlatır ona. Yıldızları seyrederek uykuya dalar ve Battal Gazi olur rüyasında, beyaz atının üzerinde savaştan savaşa koşar. Bir gün hafızalara Battal Gazi olarak kazınacağını bilmeden… Kimi hayaller öyle güzel gerçeğe dönüşür ki kendin inşa etsen o kadar başarılı olamazsın.
“Vallahi, Türkiye’de evine alın teriyle, namusuyla ekmek götürüp ailesini doyuran her ana – baba kahramandır,” çocukluğumuzun kahramanı söylüyor bunu, ne kadar anlamlı değil mi? İnandığı değerler var, hayatı boyunca o değerlerden vazgeçmiyor. James Bond’u oynamasını teklif ediyorlar, kabul etmiyor. Kapitalizmin şımarık, kibirli, kendinden başka kimseyi sevmeyen, acımasız bir sembolü olarak kabul ediyor onu.
Güzel insanlar geçmiş ömründen,
Tarık Akan ile yoldaş. Türkan Şoray'ın güzelliğini bir de ondan dinleyin. Öyle güzel anıları var ki eserde hem gülümseyerek hem duygulanarak okudum. İki zeki insanın bir araya gelişi öyle güzeldi ki… Bir anda meşhur olmuş, popüler kültür ürünü biri ile karşılaştıklarında: “Asansöre bindi. Yukarı çıktı. Kemal Sunal ‘bu gibi herifler,’ dedi. ‘ancak asansörle yükselirler.” Oysa şimdi günümüz dünyası öyle sanatçı dediğimiz insanlarla dolu ki, üstelik biz yükseltiyoruz farkında olmadan. Burada bile öyle değil mi? Okurdan çok yazar var, çok azı yazmadan önce okumasını bilmiş.
Kederli biri “Uçsuz bucaksız bozkırlarda, yapayalnızdım,” diyor eserin bir yerinde. “Başka bir yerinde “tarifsiz kederler içindeydim.” Ama tarifsiz cesaret verdi bize. İyi ki var olmuş sanat dünyamızda, iyi ki bir Köroğlu, Kara Murat, Battal Gazi olmuş. Gitmeden tanışabilseydik keşke… Ama “o iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler,” işte. Bize kalanı ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.