e. nd
Çağımızda, kültür genellikle tam anlamıyla bir ideoloji olan kültüralizm haline gelmiştir. Biyolojizm, ekonomizm, ahlakçılık, tarihselcilik ve benzerleriyle birlikte, günümüzün önde gelen entelektüel indirgemeciliklerinden biridir. Bu teoriye göre, kültür her şeyin önünde gelir ve insanlığın doğası kültürle belirlenir. Bu doktrinin arkasında, doğaya karşı direnç gösteren, katı, esnek olmayan ve değişime karşı dirençli bir nefret yatar; ki bu, kültürün geleneksel antitezlerinden biridir. Doğanın belirsiz, öngörülemeyen ve endişe verici bir hızda değiştiği noktada, kültüralizm onu durağan ve değişmez olarak görmekte ısrar eder.
Kültür, sadece doğamızın bir unsuru değil, aynı zamanda parçasıdır. Bedenlerimizin benzersiz özellikleri nedeniyle hem mümkün hem de gereklidir. Gereklidir çünkü fiziksel bakımın kültür tarafından hızla doldurulması gereken bir boşluğa sahibiz, özellikle de bebeklik çağında hayatta kalabilmemiz için. Ayrıca mümkündür çünkü bedenlerimiz, dilin ve soyut düşüncenin gücü kadar dünyayla etkileşim kurma yeteneğine sahiptir; bu da bizi salyangozlar veya örümcekler gibi sınırlamaz, tam tersine dünyada etkileşime girmek için özel olarak tasarlanmıştır. Bu şekilde, bedenlerimize eklediğimiz kültür, bir tür protez gibi işlev görür ve uygarlık oluşturur. Ancak, Yunan trajedisinin de öngördüğü gibi, kendimizi sonsuz bir şekilde genişletebilme yetimiz, duyusal ve içgüdüsel varlığımızla bağlantı kurma yetimizi kaybetmemize yol açabilir, kendimizi aşmamıza ve varoluşumuzu anlamını yitirmemize sebep olabilir. Ancak, bu başka bir hikâye.