Gönderi

Bu Türk kadını şu içli konuşmayı yapmıştı: "Heyecanlarımız, kanlarımız söndürülse bile göğsümüzde milliyetten yapılmış bir kalp var ki onda yabancının, bir düşmanın ne ihtirası ne korkusu yaşar. Onun semalarını kaplayacak ancak havayı istiklaldir. Ben kendimi hürriyeti kaybedilmiş bir milletin kızı tutarak istiklalime nasıl yürüyeceğimi söyleyeceğim. Bu beyanatım, kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate şayan olmalı. Oğlum bana, ben neyim? diye ilk sorduğu gün ona, semalardan haykıran bir melek gibi, büyük tarihli bir Türk'sün diye hitap edeceğim. Bunda, bu ses onun ruhunda ne fırtınalar koparacak. Ninnisini söylerken bugünleri yanık sesle ruhuna söyleyeceğim, ona büyük Türk ırkının şarkılarını terennüm edeceğim. Kundağına mimarların yaptığı abideleri işleyeceğim; masallarda Fatihleri, Yavuzları anlatacağım. Mendilinde, kitabında, cüzdanında, fesinde hep İzmir görecek. Ölürken ona, babamdan kalan altın fatihalı kılıcı, rafta sarılı duran bayrağı bir miras olarak vereceğim ve kulağına bir vasiyet söyleyeceğim. İşte o günden itibaren galiplerin taktığı zincirler çözülmeye mahkümdur. Çünkü o gün oğlumun kalbine ektiğim hürriyet çiçekleri açacak; kızıl isyan olarak taşacak. Sulh-i müebbet düşünenler, bize indirilecek darbenin aks-i sedası, yarınki insanlığın sükünetini muhakkak ihlal edecektir". Bak, K. Arıburnu, s. 32-36.
Sayfa 235
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.