Gönderi

Nas Suresi’nde, “İnsanların sadrlarına vesvese veren” (Nas, 5) diyoruz, “İnsanların kalplerine vesvese veren” demiyoruz. “İnsanların sadrlarına (göğüslerine) fısıldayan” deniyor ayette. Sadr ile kalp arasında fark vardır. Sadr (göğüs) bir yerdir. Bu yerin içindeki hazine kalptir. Şeytan kalbe ulaşamaz. Şeytanın göğsünüze ulaşımı vardır. Kalbi eviniz, göğsü de çevresindeki arazi gibi düşünürsek şeytan araziye girebilir ama kapıyı açmadan evinize giremez. Kalp, sizin evinizdir ve kilitlidir. Şeytan sürekli kalbinizin kapısını tıklatır, ona vesvese vermeye çalışır. Bizim görevimiz şeytan kalplerimizi tıklattığında bunu fark etmektir. Çünkü şeytan göğüslerimizdedir. Göğsün tam içindedir ve oradan fısıldar. Birisi kapıyı tıklattığında sesi içerden duyarsınız. İsterseniz kapıyı açarsınız, istemezseniz açmazsınız. Eğer gelen kişiye kapıyı sonuna kadar açarsanız gelip evinize yerleşir ve evin şeklini değiştirmeye başlar. Bunun gibi şeytanın kalbinizin içine girmesine izin verirseniz güzel olan şey çirkin, çirkin olan da güzel görünmeye başlar bize. İşte bu yüzden “Şeytan, onlara yaptıklarını güzel gösterdi.” (Nahl, 63) diyor Allah (cc). Henüz şeytanın kalbinize girmesine izin vermediyseniz kalbinizde hâlâ iman vardır. Çünkü “Allah imanı size sevdirdi, onu kalbinize güzel gösterdi.” (Hucurât, 7) diyor Rabbimiz. “Kalplerinde bir hastalık vardır.” (Bakara, 10) Hastalığın kalpte olması büyük bir problemdir. Hastalık artık göğüsle sınırlı değildir, kalbe doğru yol almıştır. Bir yabancının evinizin içine girdiğini fark ederseniz onu evden atmanız gerekir. Bizse bazen şeytanı dinliyoruz ve kapıyı açıyoruz. Farkına vardığımız ilk anda “Eûzü billâhi mine’ş şeytânirracîm” “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.” diyerek Allah’a (cc) sığınmak, şeytanı kalpten atmak gerekir. Eğer kalbinizde kalmasına izin verirseniz hastalanmaya başlarsınız. Şeytana “Kullarım üzerinde hiçbir yaptırım gücün yok.” (İsrâ, 65) denildi. Kalbinize zorla giremez ve içeride zorla kalamaz. İstiaze ile Allah’a (cc) sığındığınız anda çıkıp gitmek zorunda. Yani onu içeriye aldıysanız, kalmasına izin verdiyseniz bu onun gücü olduğundan değil, sizin onu kovmamanızdan kaynaklanır. Allah (cc) size onu kovmak için her türlü imkânı sağladı. Sadece “Eûzü billâhi mine’ş şeytânirracîm” deseniz, istiğfar etseniz gidecek ama bunu yapmayı reddettiğinizde Allah (cc) şöyle diyor: “Allah onların hastalıklarını artırdı.” Şeytanı dinlemek isteyene adeta şöyle denir: “Buyur biraz daha dinle! Hadi onun dostlarını da çağır. Sadece bir şeytanla yetinme, şeytanların hepsini topla, içeri al ve kalbine hasar vermelerine izin ver. Şeytanların bağlandığı Ramazan ayında bile onlar hâlâ oradaymışçasına yaşa. Belli ki artık sen şeytanın işini yapmaya başlamışsın.” Allah (cc) ayette, “İns ve cin şeytanları” (En’âm, 112) ifadesini kullanır. Ayette geçenler, şeytanın kalplerine girmesine ve uzunca bir süre orada kalmasına izin veren insanlardır; bunlar “münafıklar”dır. Bunların kalplerinde ciddi bir hastalık vardır. Bu hastalık sadece şüphe değil, aynı zamanda korkaklıktır. Bu dini yaşayama ve gerektiğinde savunmaya istekli değildirler. O zamanın münafıkları bizim zamanımızla kıyaslanmaz ancak bizim de bu zamanda benzer sorunlarımız yok değil. Kendimizi bu yönden yoklamak için aynanın karşısına geçip “Bu dine karşı nasıl bir zihniyet taşıyorum?” sorusunu sormamız gerekiyor.
Sayfa 125 - 2. Baskı, Mayıs 2023
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.