Gönderi

Beckett sözcüklere giderek daha az tahammül ediyordu. Ve bunun nedenini de baştan beri biliyordu: “arkada pusuya yatmış olan şeyin” gözükmesi için dilin yüzeyine “delikler açmanın” özel zorluğu. Bu, boşluğun veya kendinde görünür olanın ortaya çıkması amacıyla boyalı tuvalin yüzeyinde de yapılabilir, Rembrandt’ın, Cezanne’ın ya da Van Velde’nin yaptığı gibi, ya da sesin yüzeyinde, Beethoven ya da Schubert’in yaptığı gibi: Peki ama “sözcüğün o denli dokunulabilir yüzeyinin yokedilememesinin bir tek nedeni mi vardır?” Bu yalnızca sözcüklerin yalancı olmasından değildir; üzerlerine onları birbirine bağlayan o kadar hesap ve anlam, ayrıca niyet ve kişisel hatıra, eski alışkanlık kazınmıştır ki, bir parça sıyrılan yüzey hemen kapanıverir. Yapışır. Bizi hapseder, boğar. Müzik burada herhangi bir genç kızın ölümünü “genç bir kız ölüyor”a dönüştürmeyi başarır, belirsizin bu uç belirlenimini, yüzeyi delen bir safyoğunluk olarak, “Bir Meleğin Anısına Konçerto”da olduğu gibi işletir. Ama sözcükler, genele veya özele olan bağlılıklarından dolayı bunu yapamazlar. Onlarda bu “çatlama vurgulaması”, sanata özgü bir doğal felaketten gelen bu “ilişkisizlik” eksiktir.
··
250 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.