Pek çok kişi bana, hayatın kaynağının 25 yıldır basiliyor olması konusunda ne hissettigimi sormuştur. Bir tür sessiz tatmin duygusu dışında özel bir şey hissettigimi söyleyemem. Bu konuda, yazdıklarıma yönelik tutumu en iyi ifade eden söz Victor Hugo‘ya aittir: “ eğer bir yazar yalnızca kendi yaşadığı dönem için yazıyor olsaydı, kalemimi kırar, fırlatır atardım.”
Benim de aralarında olduğum bazı yazarlar, kendi dönemlerinin sınırları içinde yaşamaz, düşünmez ve yazmaz. Gerçek anlamda romanlar bir ayda ya da bir yılda yok olmak üzere yazılmazlar. Günümüzde çoğunun ömrünün o o kadar olması, sanki dergimişler gibi dergiler kadar hızla solup gideceklermiş gibi yazılmış ve yayımlanmış olmalarındandır. bu aslında günümüz edebiyatının en hazin yönlerinden biri olmanın yanında, sahip olduğu estetik felsefeye yönelik en net suçlamalardan da biridir: artık girdiği çıkmazın sonuna varmış, sessiz bir paniği baskılar arasına sıkışmış,, etrafı betonla örülmüş, gazetecilik niteliğinde bir natüralizm.
Uzun Ömürlü romanlar Bugün artık nesli tükenmiş bir edebiyat ekolününün imtiyazıdır ve o da romantizmdir. Burası romantik kurgunun nitelikleri ile ilgili bir inceleme yapmanın yeri olmadığına göre, kayda geçsin ve onu tanımalarına hiç izin verilmemiş okurlar duysun diye şunu söyleyeyim: romantizm kavramsal bir sanat ekoldür. Gündelik hayatın sıradan teferruatıyla uğraşmaz. Insan varliginin zamanın ötesindeki, temel ve evrensel sorunları ve değerleri ile uğraşır. Kayıt tutmak, fotoğraf göstermek için değildir; yaratır ve yansıtır. Aristo’un ifadesiyle, her şeyin nasıl olduğu ile değil, nasıl olabileceği ile ve nasıl olması gerektiği ile ilgilenir.