Gönderi

136 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Selçuk Baran’ın hikâyelerinde genel olarak umutsuzluk, yalnızlık ve hayat karşısında başarısızlığa uğrayan karakterler görürüz. Onun hikâyelerinde objektife yansıyanların çoğunlukla “küçük” insanlardan oluştuğunu da görürüz. Nedir bu küçük insan? Onlara sıradan yahut “o”, “bu”, “şu” demeye gönlüm elvermedi. “Küçük” tabiri ise onları hor görmek amacıyla değil; görülmediklerine ve fark edilmediklerine bir atıf yapmak amacını güdüyor. Selçuk Baran’ın “küçük” insanlarını okurken, bir Sait Faik esintisi almamak mümkün değil. Selçuk Baran tam da Sait Faik’in kayığından çıkma bir yazar. Bozkırın ortasında olması onun bu kayığı yürütemeyeceği anlamına gelmiyor. Selçuk Baran’ın hikâyelerine şöyle genel olarak bakacak olursak hayatın her penceresi var ve her pencereden hayata bakılmış. Kimi zaman bir anne, kimi zaman bir baba, bir genç kız yahut bıçkın bir delikanlının yaşamını görüyoruz. Karakterler genel olarak hayatı ucundan tatmak yerine kaşıklarına tepeleme dolduruyorlar. Mesela kitabın ilk hikâyesindeki yatalak adamın umutsuzluğu yahut yalnızlık hissi dört duvar arasında kısılıp kalmaktan ziyade sokağın cıvıltısını ve neşesini hissedememesi, tabii sadece kendisi için değil bu istek yıllar önce kaybettiği kızının, sokağı hissedememesi de kederlendiriyor onu. Baran’ın hikâyelerindeki bu durum bana biraz da Kavafis’in “Unutuş” şiirini hatırlatıyor: Güneşin parlaklığının nasıl bir şey olduğunu/ ve nasıl serin estiğini esen yelin/ unutur çiçekçi dükkanına kapanmış/ camların altında duran çiçekler. Hayat/yaşam umudun ta kendisidir. Hayatı/yaşamı oluşturan unsurlardan ayrı kalan insan umutsuzluk pençesinin içinde debelenir. Selçuk Baran’ın bazı hikâyelerindeki karakterler tam olarak bu minvalde bir umutsuzluk yahut yalnızlığın içerisinde fakat kitaptaki hikâyelerin tamamı sadece bu düzlemde gitmeyip bu durumun tam tersini de gösteriyor. Kitabın ikinci hikâyesinde umudun bir başka insanın varlığıyla eşdeğer olması çıkıyor karşımıza. Birilerinin yanımızda olan varlığı bizi bütün korkularımızdan arındırabilme kudretine sahip kimi zaman. Baran’ın hikâyelerinde umut/umutsuzluk, kalabalık/yalnızlık kavramları birbirleriyle hem aynı düzlemde olabilirken hem de karşı karşıya olabiliyorlar. Ayrıca Baran’ın hikâyelerinde “ev” mefhumu hayata atılamayan yahut hayatı tadamayan her bireyin temel sorunudur. Karakterlerin olumsuzlukları kimi zaman ev düşüncesine bağlanıyor. Burada “evler şairi” Behçet Necatigil’i analım ve onun “ev” düşüncesinin sığınacak bir liman, insanın bütün tehlikelerden korunabileceği yer olarak hatırlayalım. Baran’da ise “ev” kafes düşüncesi ile yan yana geliyor. Sadece insanın yalnızlığı ve tenhalığı değil; evin tenhalığının da mümkün olması gerek. Modern hayatla birlikte hayatımıza giren apartman kültürüyle birlikte insanın yalnızlaşması ve kendi içine kapanması çok daha kolay hale geliyor. Baran bu iki unsuru birbirinden ayırmamış. Mesela “Göç Zamanı” hikâyesi. Ev bu hikayede bir kuş yuvası misali. “Yuvayı dişi kuş yapar.” derler ya o misal. Kadın karakter evin eksiğini gediğini onarmak ve onları hissettirmemek adına yoğun bir çaba içerisinde. Bu hikayede insan karakterine baktığımızda yapay sevinçler hiçbir zaman insanı insan olma arzusuna ulaştırabilecek şeylerden değil. Beşeri unsurlar doğalların yerini hiçbir şekilde tutmuyorlar. İnsanı kapana kıstıran modern yaşamın yerini ilkel bir hayata yeğlemiyor Selçuk Baran. O her zaman insanın olması gereken konumuna, insanın insan olma çabasına saygı duymakta özen gösteriyor. Baran hikâyelerinde “yalnızlığı” sadece kalabalıklardan arınıp tenhalara saklanılan bir biçimde göstermiyor bize. İnsanın kendisine, ailesine, çocuklarına, hayallerine karşı olan yalnızlığı da gözler önüne seriliyor. Kalabalık aileden ve kalabalık mekanlardan ve kalabalıklaşan sorumluluklarından arınmaya çalışan bir anneyi yazmış Baran bir hikâyesinde. Kaçmak onlardan kurtulmak demektir o anne için. Kendi özgürlüğü, özerk bir yaşama adımını atmakla başlıyor. Buradaki anne ne kentten kaçıyor ne kalabalıklardan, istediği şey özgür bir yaşam ve tek başınalık. Kent kırgını hikayesinde ise tipik bir kalabalıklardan – ki bu hikayede kent imgesi kalabalığın kendisi- kaçış görülüyor. Büyükşehirlerden kaçan her bireyin sığındığı yer taşradır. Taşraya gelen kent ise hikaye karakterinin bu kalabalıklardan kaçışını engelliyor. Bu sefer kalabalıklara karışmaya çalışan karakter, kalabalık tarafından yalnız bırakılıyor. Kullandığı umutsuz ve yalnızlık metaforu burada farklı bir kullanımda. Karakter ne yaparsa yapsın, ne kadar çabalarsa çabalasın umutsuzluğun ve yalnızlığın pençesine düşmeye mecbur kalıyor. Bir başka deyişle “Kaderi böyleymiş.” dedirtiyor bize. Selçuk Baran’ın hikâyelerinde gördüğümüz bir başka şey ise karakterlerin başına gelenleri kabullenişi. Çoğu zaman Baran’ın yazdığı minvalde yazılan yazılarda karakter toplum tarafından dışlanarak hayat çemberinin dışına atılırken, Baran’da ise karakter bu çemberin dışına kendi adımlarıyla çıkabiliyor. Zambaklı Adam hikâyesi ile Islık hikâyesinde bunu görmekteyiz. Zambaklı Adam hikâyesinde dış etmenlerin kendi telaşı -ki buradaki kadın karakter o dış- bizi yahut başkalarını kendi hayat sevinçlerinden yoksun bırakabiliyor. Buradaki en önemli husus kabullenmek, zambaklı adam bir yenilgiyi kabulleniyor. Islık hikayesi ise Selçuk Baran’ın gözünden küçük mutlulukların yahut sevinçlerin olağanüstü hayatlarımızın içerisinde albenisini koruyan bir çiçek misali. Yusuf hayatındaki sevinci örseleyen şeylerin -ki hikayedeki unsur memur ve devlet dairesi- o sevincin önüne geçmesine izin vermiyor. Bu hikayede devlet dairelerindeki işleyişe ve memuriyet kavramı üzerine bir eleştiri de mevcut. Yusuf her ne kadar ıslık çalma eylemine devam edip bu eylemin sonucunda yalnızlaşsa da Yusuf bu yalnızlığı göğüslemeye hazır. İnsanın kendi benliğini korumak için yalnızlığına doğru kaçması ne muhteşem! Son olarak Selçuk baranın karakterleri bağlanacak bir şeyler buluyorlar kendilerine. Bu onlar için herhangi bir şey olabiliyor. Büyük umutlar ya da fiyatı yüksek şeyler değil bel bağladıkları. Bahsetmiştik ya Baran’ın karakterleri “küçük” insanlardan oluşuyor diye, aynı şekilde bağlandıkları şeyler de insanı insan yapan şeylerin tam karşılığı oluyor. Bu bağlantıların kopuşu ile birlikte çaresizlik ve yalnızlık körükleniyor. Kendilerine karşı kendilerini suçlu hissediyorlar. Çaresizlik onları bitiriyor.
Haziran
HaziranSelçuk Baran · Yapı Kredi Yayınları · 2020461 okunma
·
267 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.