Gönderi

İslami terim ibadet, Arapçada “köle, kul” anlamına gelen abd kökünden türemiştir, Müslümanlar da gururla kendilerini “Allah’ın kulları” olarak tanımlarlar. İlkten bu, bir müminin Allah’la ilişkisini tanımlamak için ağırca bir ifade gibi görünür, çünkü normalde köle deyince aklımıza sömürülen, aşağılanan insanlar gelir. Ancak bu terimle ilk karşılaşmamızda duyduğumuz rahatsızlığımız, içimizde, İslam’ın ibadet analyışıyla oldukça uyumlu bir şeyin var olduğunun işaretçisidir. İçgüdüsel olarak bir insanın, kendisi gibi yaratılmış başka bir şeyin kölesi olmasına kızarız. Bu şey bir zalim, açgözlülük, uyuşturucu bağımlılığı, güç veya kendi şehveti olabilir. İçimizden gelen bir his bunu iğrenç ve aşağılayıcı bulur. Böyle bir insanın ne kadar savunmasız -varlığının ne kadar güvencesiz- olduğunu düşünür; çünkü mutluluğu kendileri kararsız ve zayıf, belki de yanıltıcı olan efendilerine bağlıdır. Bir ateist bile Tanrı’dan başka bir varlığa tapmayı -kendini köleleştirerek tam bir itaatle bağlanmak anlamında- reddetmeyi takdire şayan bulacaktır. Yine de anlaşılan o ki hepimizin birisine ya da başka bir şeye inanmaya ihtiyacı var. Anlamsız ve hedefsiz bir hayat sefil bir hayattır. Bu şey siyasi bir sebep, bir kişi, kariyer, ulus, bir rüya, bir fikir, para, güç, prestij, aile, şöhret veya intikam olabilir; anlaşılan o ki yaşamak, şükran duymak ve hatta uğrunda ölmek için bir şeyimiz olmalı. Kısacası tapınmanın ve kulluk etmenin insan doğasından geldiğine inanıyorum. Ancak çoğu zaman, arzuladığımız şeyler ulaşılamaz konumdadır. Ulaşılabilir olduklarında ise gerçek beklentilerimizi karşılayamazlar. Sonuçta onlar çölde görülen seraplar gibidir, sahte hayallerimizin figürlerinden başka bir şey değildir (24:39).
Sayfa 224Kitabı okudu
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.