Başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatacak şeyler bırakmak isterdim.
O zamana kadar bizi ya savaşlar çıkartan, katliamlar yapan; yeşile, maviye dair bir şey bırakmayan, acı ve nefret dolu hatıralarla hatırlayacaklar ya da belki öylesine içinde olacaklar ki bu durumun kanıksayacaklar zamanı. Bundan başka bir dünya mümkün değilmiş gibi...
Başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatacak şeyler koyardım zaman kapsülüne.
Bir kediyi okşamanın, bir kitabın derinliğinde kaybolmanın, kendini doğaya bırakmanın huzurunu, kendini bir şarkının melodisinde bulmanın mutluluğunu, aralarına yılların ve mesafelerin girdiği dostların kavuşmalarını koyardım.
Dostluğu, güleryüzü, hoş sohbeti, iyi niyeti, merhameti, mutluluğu, aileyi, şarkıları koyardım.
Biz de başka bir dünya mümkün olabileceğini hatırlayalım. Yavaş yavaş iyiliğimizi, güzelliğimizi, sağlığımızı yitiriyoruz çünkü.
Bunları yazarken aklıma Kazım Koyuncu'nun şu sözü geldi:
“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”