Zeus ile Saddam Hüseyin'i, Jül Sezar ile Fidel Castro'yu, Kristof Kolomb ile Beethoven'ı ya da Rahibe Teresa ile Marquis de Sade'ı aynı kitap içinde buluşturabilmenin yolu nedir diye sorsam, ne cevap verirdiniz?
Saydığım isimleri ve çok daha fazlasını aynı kitapta bir araya getirmeyi başarmış olan Eduardo Galeano kitabının alt başlığına, 'Neredeyse evrensel bir tarih' adını vermiş... Kitap yayınlandığında Galeano 67 yaşındaymış ve hayatı boyunca elde ettiği tüm birikimden ona kalanları yaklaşık 600 başlık altında kısa kısa bizlere de aktarmış. Yazar bu durumu, 'Ben hatırlatma takıntısı olan bir insanım' sözleriyle açıklıyor. Ancak bana göre bu emek, başlı başına 'taşın altına elini koymak' deyimiyle açıklanabilir.
Anı kitaplarına veya otobiyografilere bakışım, oldum olası hep mesafeli oldu. Çünkü 'büyük eserler yaratan her yazarın büyük bir hayatı vardır' ön kabulü benim için geçerli değildi. Kaldı ki, yazar ne kadar büyük olursa olsun kendi hayatı çoğu zaman ilgimi çekmedi. Bunu neden yazdığıma gelirsek; bence büyük yazarlar ustalık eserlerini kaleme alırken anıları yerine birikimlerine yoğunlaşmalı ve yılların süzdüğü o kadim bilgiyle okuruna karşı son vazifesini ya da sorumluluğunu yerine getirmeli diye düşünüyorum. İşte bu kitap, bu düşüncenin ete kemiğe bürünmüş hali... Galeano'nun yemeğin yanında hangi şarabı tercih ettiğini değil de, onun dünyayı algılayış şeklini, tecrübelerini, bilgiyi nasıl kullandığını ve kendi bakış açısıyla evrensel tarihini yazarken beynimize transfer ettiği kazanımları okumak gerçekten çok keyifli...
Yeri gelmişken, bu kitabın 1000Kitap 2. İstanbul buluşması için seçilen kitap olduğunu belirtir ve bu vesileyle kitapla tanışmamıza aracılık eden dostlarımıza teşekkürlerimi sunarım...
Tekrar kitabımıza dönersek, detaylara inmeden genel çerçeveden birkaç şey daha eklemek isterim. Kitap gerçekten de minimal bir evrensel tarih. Eski medeniyetlerden tutun, günümüze kadar uğramadığı durak, değinmediği konu kalmamış Galeano'nun. Ancak altının çizilmesi gereken bir durum var; bu evrensel tarih, nesnel değil öznel bir bakış açısıyla kaleme alınmış. Yani bu tarih aslında Galeano'nun tarihi... İçinde yazan pek çok bilgiye, kimi zaman üstü kapalı, kimi zamansa açık açık haykıran pek çok mesaja katılıp katılmamak size kalmış. Her okuyan bu tarihte kendince bir eksik, bir kusur bulabilir. Örneğin 600 küsur yıl boyunca dünyanın büyük bir bölümüne hükmeden Osmanlı'dan kitapta tek başlık ya da tek satırda bile bahsedilmemiş olması benim için önemli bir eksik. Ancak bu eksiği, az önce dile getirdiğim yazarın özgür ve öznel tarihi, kendi gözlüğü anlayışından hareketle görmezden gelebilirim.
Bunun yanında, görmezden gelemeyeceğim konular da var. Mesela kitabın 314. sayfasında Türkiye'yi, hiçbir şüpheye yer bırakmadan Ermeni soykırımı yapmış olarak göstermesi işte bu konuların başında geliyor. Günümüzde dahi bir tartışma ve araştırma konusu olan, iddiaların aksine devlet arşivlerinde sürecin çok farklı olduğuna dair çok sağlam delillerin var olduğu dile getirilen şaibeli bir konu üzerine Galeano'nun bu kadar kesin bir dil kullanması, açıkçası kitapta yer alan diğer bilgilerin de güvenilirliği konusunda bir takım şüpheler duymama neden oldu. Tüm bu eksikliklerden yola çıkarak kendimce Galeano'nun bizim yaşadığımız coğrafya üzerinde yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı sonucuna vardım. Belki de kitaptaki o büyük boşluğun nedeni de bu bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir. Çünkü kendi bölgesi olan Latin Amerika başta olmak üzere genel olarak Amerika kıtasına ve konuştuğu dilin anavatanı olan ve hayatının bir bölümünü geçirdiği İspanya'ya kitabında oldukça bonkör davranmış olması, beni ister istemez bu sonuca götürdü.
Ancak, son paragrafta dile getirdiğim olumsuz durum bile, Galeano'nun bu eserinden genel olarak olumlu bir şekilde ayrılmam noktasında herhangi bir engel çıkarmadı. Çünkü kitaptan gerçekten de önemli kazanımlar elde ettim ve terazide tarttığımızda bu kazanımlar, diğer kusurları göz ardı edebileceğim kadar önemliydi benim için.
Sonuç olarak Aynalar; bir çeşit 'doğru bilinen yanlışlar' kitabı olarak tanımlanabilir. Yazar bize bildiğiniz her şeyi bir süreliğine unutun mesajı veriyor. Tarihten öğrendikleriniz çoğu zaman yanıltıcı olabilir. Çünkü tarihi yazan da insanlardır neticesinde... Tam burada, o meşhur söz geliyor aklıma; 'Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.'
İşte Galeano tüm birikimiyle 'dünyanın vicdanı' görevine soyunuyor ve mutlak bir cesaretle aslanların hikayesini yazıyor...
Herkese keyifli okumalar dilerim...