Dönerli merdiven.
En tepedesiniz. Baktığınızda bitiş noktasını görüyorsunuz. Başlıyorsunuz döne döne inmeye. Başta her şey çok normal. Birinci sarmal bitti, ikinci sarmal, üç, dört derken başınız dönmeye başlıyor. Döndükçe yolunuzu kaybediyorsunuz. Bir anda bu merdivenleri yeniden tırmanmaya başladığınızı fark ediyorsunuz. Tekrar yön değiştiriyorsunuz, tekrar, tekrar... böyle başınız döne döne, ine çıka sona ya da başa ulaşmaya çalışıyorsunuz. İşte hissettirdiği bu. Sersem bir halde, uykudan yeni uyanmış gibi dengesiz bir dengeyle sonu bulurum sanıyorsunuz.
Hasan Ali Toptas denemelerinde " bazı sesler, bazı sahneler, bazı cümleler insanın aklına mıh gibi çakılıp kalıyor." Der.Öyle haklı ki, şu cümleler nasıl unutulsun:
" Bu dünyadan böyle parça parça taşınıyorum Hasanım Ali, dedi bir ara. Ardından da gözlerini yavaşça kapatarak, aslında herkes taşınıyor da görünen benim, diye mırıldandı." Ya da " bir insanın elleri bu kadar mı çaresiz görünür, söyleyin bu kadar mı..." Okuyan dilimi, aklımı, gören gözlerimi yaktı, deler geçer, ezer geçer duygular bıraktı zihnimde.
Aslında her kitabın kendine göre bir okuma klavuzu var, kelimelerin yönünden, yöneliminden anlıyoruz bunu. Bu kitabın da var böyle bir klavuzu ama hemen vermiyor kendini ele, az biraz süründürüyor döne döne. Şimdi, size okurken benim yaptığım gereksizlikleri yapmayın diye öğütler vermek istiyorum:) ama siz yine de " bir musibet bin nasihatten yeğdir" atasözünün ipini belinize bağlayıp yazdıklarıma kulak asmayın diye böyle bir yola girmek istemiyorum.
Kesik kesik, dönerli bitmeyen bir yağmurun sürüklediği bir sandal olun sözgelimi, okurken üzerinde ölü kelebek figürü olan mızıka olun, bazen şekerci dükkanında çalışın, bazen radyo istasyonunda akşam programcısı olun, tutunun bir kuyruğa siz de savrulup gidin bu girdapta. Olay örgüsü oluşturmaya çalışmadan tadını ala ala döne dolana okuyun, kasmadan yormadan birbirinizi...
Parça parça yazılan cümleleri ayrı bir yere yazarak sonunu saf saf aradığım bölüm 6
Favori bölümüm 7
Günlerin, haftaların, ayların içinde sürüklendiğim, ne gerek var bunlara dediğim (anlamlandırma çabamın zirvesinde olan ) bölüm 14
Sözün özü, kelimelerin nasıl inşa edildiğine odaklanın ve bu kitap bizim dilimizde yazıldı diye gururlanın ( bakınız 13600 farklı kelimeden oluşan bir roman tutuyorsunuz elinizde:) )
Ve tabii uzunca bir süre " tabii böyle olmuş mudur bilinmez, ama olmuşsa da onu bilmiyorum, sözgelimi, efendime söyleyeyim" gibi gibi nice kelime ve cümle öbekleriyle konuşacaksınız.
Hazır olun.
Mutlaka okuyun.
İyi ki var...