Gönderi

Kısa bir alıntı yapılamayacak kadar güzeldi.
Füruğ FERRUHZAD - Gece Görüşmesi Ve o şaşırtıcı yüz Konuştu benimle pencerenin öbür yanından ve dedi ki: «Hak, açıp gözünü görenindir Ben ürkütücüyüm yitme duygusu gibi Ama gene de tanrım, Nasıl korkulur benden? Sisli çatıları üstünde gökyüzünün Hafif ve başıboş dolaşan Bir uçurtmadan başka Hiçbir şey olmayan benden? Aşkımı, isteğimi, nefret ve acılarımı Gece ayrılığında mezarların Kemirmiştir adı ölüm olan bir fare... Ve o şaşırtıcı yüz İnce, uzun ve çok zayıf Akan çizgileri esen rüzgârla Her an silinen ya da değişen Ve yumuşak ve uzun saçları Kapılarak gecenin görünmez dalgalarına Serilen karanlığın ovalarına Deniz dibi bitkileri gibi Aktı pencerenin öbür yanında Ve bağırdı: “İnanın ne olur bana! Diri değilim ben! “ Saydam çizgilerin ardında hâlâ Görüyordum karanlığın koyulaşmasını ve gümüş çam kozalaklarını Ama o Salmıyordu her şeyin üstünde ve sonsuz yüreği Ulaşıyordu doruklara Sanki yeşil duygusuydu ağaçların Ve sonsuza dek sürüyordu gözleri “Haklısınız Hiç aynaya bakmadım ben Ölümümden sonra Öylesine ölüyüm ki artık hiç bir şey Kanıtlayamaz Benim ölümümü Ah! Duydun mu kuytu köselerinde bahçenin Geceye sığınıp ayışığına koşan Ağustos böceğinin sesini? Belki de tüm yıldızlar Yitik bir gökyüzüne göçüp gitmişler Ve kent, nasıl ıssızdı kent Bütün bir yol boyu Kimseyle karşılaşmadım Rengi uçuk heykeller Tütün ve toz kokan Bir kaç çöpçü Ve yorgun, uykulu bekçilerden başka kimseyle Yazık Ölmüşüm ben Ve sanki aynı boşuna gecenin devamıdır Gece...” Sustu Ve ağlama duygusu ve acı ve kederle doldurdu Gözlerinin uçsuz bucaksız alanını “Hiç düşündünüz mü Yaşamın kederli maskesinin gölgesi altında Yüzlerini gizleyen Sizler Bu üzücü gerçeği? Bugün yaşayanların Bir başka dirinin posasından başka, bir şey olmadığını? Sanki ilk gülüşünde Yaslanıp gitmiştir bir çocuk Ve nasıl güvenebilir şimdi bu yürek -Bu asıl sözleri değiştirilmiş, -Bu bozulmuş mezar yazıtı -Bu tasa kesmiş saygınlığına Kendisinin? Belki de var olma alışkanlığı Ve yatıştırıcılar Çoktan tüketmiştir insanın Saf ve yalın iskeletini Belki de ıssız bir adaya Alıp götürmüşlerdir Ruhlarımızı Belki de düşte görmüşümdür ben ağustos böceğinin sesini Belki de rüzgârlı süvarilerdir Bu tahtadan mızraklara yaslanmış Bekleyip duran sabırlı yayalar Ve o yüce düşünceli bilgeler olmalı Bu zayıf, beli bükülmüş afyon düşkünleri Doğru olmalı doğru olmalı kimse Beklemiyor artık bir başlangıcı Ve yüreği aşkla dolu genç kızlar Uzun iğneleriyle nakışlarının Delmişler çabuk kanan gözlerini Şimdi duyulan sabah uykularının derinliklerinde Yankımasıdır karga seslerinin Ve kendilerine geliyor aynalar Tek tek ve yapayalnız biçimler Teslim oluyorlar şimdi Uyanışın dalgın saatlerine Ve gizli saldırısına karanlık karabasanların Yazık Tüm anılarımla birlikte ben Kanlı masallar söyleyen, kan'dan Hiç böylesine küçülmüş yaşamayan gururdan Fırsatımın sonunda bekliyorum Ve kulak veriyorum: Hiç ses yok Ve çok derinden bakıyorum: Kıpırdamıyor bir yaprak bile Ve temizliğin Ta kendisi olan adım Tozuna bile dokunamıyor şimdi Mezarların...” Titredi Ve birden döküldü iki yana Ve uzun iç çekişler gibi uzandı bana Yarıklardan çıkarak Yalvaran elleri “Çok soğuk Çizgilerimi kesiyor rüzgâr Düşünüyorum bir tek insan var mı şimdi Yıkılmış yüzüyle Tanışmaktan Korkmayan? Zamanı değil mi artık Açılsın bu pencere, açık açık açık Yağsın gökyüzü oradan Kendi kimliğinin ölüm namazını Kılsın insan inleyerek? ” Belki de bir kuş sesiydi o yankılanan Ya da rüzgâr, ağaç dalları arasından Ya da ben bir üzüntü ve utanç dalgası gibi Çıkmazlarından yüreğimin Yükselen ben Gördüm birden o iki el iki acı sitem Benim ellerime doğru uzanan Yalancı tan ışığının aydınlığında Yok oldu. Ve bağırdı bir ses Soğuk ufuklardan: “Hoşça kal! ”
··
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.