Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bazı şeylerin rahatlatması lazım insanı normalde, yazmak mesela. Yazan bir insan şikayet etmemeli şundan bundan. En güzel terapilerden biri nasıl olsa yazmak değil mi? Değil diyeceğimi tahmin edenler vardır elbette, uzun zamandır okuyanlar arasında. İnsanın başı çatladığında, votkalı bir şeylerle hayatını idame ettirdiğinde ve yazacak bir şeyi olmadığında sırf o şarkı çaldığı için bir şey yazmaya başladığında rahatlayacağını sanıyorsanız siz daha çoğu şeyi öğrenememişsiniz hayattan. Evet, hayat değil mi bize her şeyi öğreten? Her aldığımız dersle, her yıkılışla biraz daha tamamlanıyoruz değil mi? Değil elbette, hiç bir şeyin bizi kale aldığı yok. Yaylı çalgılar bölümündeyiz hep şarkının, bir şeyi anlayamadan diğerine geçiyoruz. Ama hep üzülüyoruz. Üzülelim önemli değil ama üzüyoruz da karşımızdakileri. Bomboş hayatımız, bütün olan biten, giren çıkanlara rağmen. Doldurabildiğimizi sanıyoruz ara sıra, güneş doğuyor çünkü hayatımızın o döneminde üstümüze. Ama korkmayın, şemsiyemiz var - hem yağmura hem güneşe karşı etkili. Zararlı şeyleri yaklaştırmıyoruz, itiyoruz özellikle çevremizden. Ölecek olsak bile, doktor girse bile evimize, güneşi kaçırmayı başarıyoruz kendi yörüngesine. Bir tek Joy Division paklıyor bizi, en bilindik şarkısı çalıyorken kulağımızın dibinde, parçalara ayrılıyoruz saymanın gerekmediği kadar. Dönüyor şarkının etrafında bütün parçalarımız, ama karışmıyor birbirine - bir kere kullanmışız o şemsiyeyi , mıknatıs gibi itiyor artık.Sonra gelişigüzel birleşiyoruz, üstümüze garip bir kabuk geliyor. Her şeyi içimizde tutan, ağlasak da kimsenin görmeyeceği, kimseye hiç bir şeyden bahsetmemize izin vermeyen. Kabuk kırmak her dönemde en çok tavsiye edilen, ama o edenlerin üzerinde bunun gibi bir kabuk oluştuğunu sanmıyorum hiçbir zaman. Turuncudan siyaha dönmek için kaç renk değiştirmek gerekiyor? Daha önce hiç düşünmediğim bu tayfı atlatmanın da kolay olacağını sanmıyorum gerçekten. Yazıyorum hala rahatlayamadım, 100 kere aynı satırı yazma cezası veren de yok bana artık, belki rahatlardım o zaman. Ya da hayatının sonuna kadar gözünün önünden ayrılmama cezası verseydi keşke. Cezalara aşina değilim çoğumuz gibi, özgür yaratılışlıyım çoğumuz gibi, o yüzden bu kadar acıtıyor belki hepimiz gibi. Hangi yaşımız daha önemli peki, kemik yaşı 40 akıl yaşı 15 olan bir insan yalnız kaldığında göz yaşı kaç olur, ne kadar taşıyabilir belinde yaşadıklarını? Beynimizde taşıdıklarımızla , kalbimizde unutmak istediğimiz şeyler arasında bir seçim yapması gerekseydi rüyalarımızın, kaç gece başarabilirdik uykusuz kalmayı? Çıkabileceğinizi düşünüyor musunuz peki kuyudan yukarı her şeye rağmen? Öyle ya her durumda çıktınız bundan önce, siz zaten katili de görmediniz hiç. Kan aranıyor anonsları da başka şehirde çoğunlukta, hep başka şehirlerdeyiz zaten, başka saatlerde. Ben gecenin üçünden yazıyorum çoğunlukta, siz on birde yeni uyanmışsınız oysa. Her şeyinizi bilen birisi var mı sizin peki? Vurulmak istediğinizde, yaşamanızı sağlayan yüzsüzce, ama içten içe, bilerek belki de, kalbinizi sıkan eliyle? Her şeyinizi bilen birisi olursa nasıl rahatlayabilirsiniz yazarken , nasıl bırakabilirsiniz kendinizi ? Bir anlık hatırlama her şeyi aynı duruma sokar, siz de biliyorsunuz farklı zaman birimleri kullansak da. Işık yılına daha geçememiş bir satırda yaşıyorum ben. Siz çoktan gittiniz önünüzdeki yılları da alıp elbette. Bana sadece şu bir kaç dakika kaldı. Farklı yönlerden gelen rüzgarları toplamam gerek bu sürede de. Ancak böyle rahatlıyorum, ya da kafam ancak böyle karışıyor, keşişleme ile lodosu değiştirince düzeliyor benim de varlığım. Hiç bir şeyden anlamıyor rüzgarlar zaten, esiyorlar sadece kafalarına göre- ben de anlamasam keşke. Essem doğuya doğru , uçup savursam önüme geleni, açık mı penceren hala bana? Aranızda halen yazmanın sakinleştirdiğine inanan birisi varsa, lütfen gitsin kendi çemberinde yazsın yazacağını. Ben sakinleşmek istemiyorum. Rahatlamak istemiyorum. Işıklarımı kapatmak istemiyorum. Hala yazabiliyorsam bunları, hala umut vardır çünkü. Ve hala umut varsa, belki de ay ışığı zarar vermez tenimize geceleri.
··
15 görüntüleme
İclâl okurunun profil resmi
Yazmak üzerine yazmak... :) çok güzeldi elinize sağlık :))
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler:)
meltem şen okurunun profil resmi
Erhan Bey yazınız ne tanıdık! Yazınızın bana verdiği his öylesine dost ki. Okumaya devam ettikçe içimdeki yazınsal hastalıklı his bütünleşti.. çünkü bu durumun ifadesi "hastalıklı". Rahatlayacağımızı, kendimizi boşaltacağımızı düşünerek geçiyoruz defterin başına ama sonu uçurum, eminsizliklerle dolu, havada, aklı bi' karış yazıyla son buluyor. Ama işte bitmiyor bu, aynı umuşlu başlangıç, aynı gölgedeki belirsizlik hep devam ediyor... Bu durumu hastalıklı yapan da bu döngü diye düşünüyorum, biliyorsun ama yine de devam ediyorsun. İlginç bi' bağ bu. Yemin ederim hayatımda hiç anlam veremediğim bi' şey bu. Ve, savaşmaya çalıştım da.. ihmal ettim yazmayı. Boşvermeye çalıştım yazmayı ve sonu özür dolu yazılar oldu. Defterimden, kalemimden özür diledim. Utanç dolu cümlelerle kendimi affettirmeye çalıştım. Niyesi, kimesi yok bu özür dilemelerin. Çünkü yazmayınca daha beter, daha çekilmez olduğunu anladım. Çok ilginç bi' durum bu. Çok deneysel. Hayatta kişinin, kontrol ettiği, pişman olduğu, kendini akışına bıraktığı ve onla huzur bulduğu/ bulamadığı, küstüğü, sövdüğü bi' uzamının olması... Belki de, kalemin bağımsızlığıyla alakalıdır bu, bilemiyorum. Yazı yazarken bin farklı ruh oluyoruz. Elimizde bizden daha görmüş geçirmiş, deneyimli bi' hafiflik-ağırlık oluyor. Bunu yok saymak mantıklı bakıldığında, kişinin en büyük deliliği olur. O halde neden hâlâ bütünselleşememiş bi' his duyuyoruz ya da eğreti gölgelerle dalgalanıyor ruh? Bu ilginç işte. Hem de çok! Kişinin yazıyla çok samimi, uzaklaştıran, zaaflarını kullanan, onu destekleyen, çok içli dışlı bi' ilişkisi var. Tüm bunları iten en önemli şeyse gizem diye düşünüyorum. Bu tanıdık, denemesel yazınız sorgulayıcı tavrıyla her ne kadar vurup kırsa da o kadar çok "dost" bi' yazı olmuş ki... Kesinlikle yalnız değilsiniz...
Erhan okurunun profil resmi
Meltem hanım, farklı kişilikleriz. Gerçekten de gerek incelemelerinizi, gerek yazılarınızı gerekse yorumlarınızı elimden geldiğince hayranlıkla takip ediyorum. Hatta yazınsal akbabalarla ilgili yazınızın altına bir şeyler yazmak konusunda epey sürüncemede kaldığımı hatırlıyorum, ama yapamadım, yazacağım şeyin sizin yazınız karşısında her durumda yapmacık kalacağının bilincindeyim çünkü. Evet, farklı kişilikleriz ve farklı bir yazım tarzımız var (benimkine tarz denebilirse eğer) Ama bu farklılık içinde bile, ortak, hastalıklı bir şey olduğunu görmek sevindirdi beni. Evet, rahatlamıyoruz , daha kötü oluyoruz belki yazıların sonunda, ama yazarkenki o garip bağımlılık, belki başka bir şeyin, kendi elimizin kontrolü altına girmenin verdiği o gevşek kölelik durumu ya da üzerimizdeki sorumlulukları unutup herşeyi kalem kağıda-benim durumumda bilgisayara--bırakma hali, sahte olduğunu bilsek de vazgeçilmez yapıyor bu dünyayı bizim için. Yazdıktan sonra, ya da serbest kaldıktan sonra, insan eserine bakıp " bu mu yani, beni bunun için mi o garip duruma soktun, değer miydi bunun için kendimizi rezil etmeye" diyoruz belki, ama içimizde bir yerlerde kötücül bir cüce pis pis sırıtıyor ve her şeye rağmen devam ediyoruz yazmaya o hastalıklı keyifliliğimizle. Neyse uzattım gereksizce, çok teşekkürler dostane yorumunuz için.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Bi kübb okurunun profil resmi
"Vurulmak istediğinizde, yaşamanızı sağlayan yüzsüzce, ama içten içe, bilerek belki de, kalbinizi sıkan eliyle?" Ne güzel ifade etmişsiniz hissettiklerinizi böyle, kaleminize sağlık :)
Osman Y. okurunun profil resmi
Sağolasın vallahi ihtiyaç vardı bu yazıya :) Yazmanın etkilerini yazarak anlatan adama yorum yazarak katkıda bulunmak da garip bir şekilde yazı çemberine dahil görünüyor değil mi? Bu yazıyı birkaç defa daha okumalıyım.. Yine Metin abi olsa ne derdi diyesim geldi,daha önceki çeşitli kişilerin çeşitli yazılarında 85 defa olduğu gibi:) Yazmak bir teselli bazen, bir doyumsuzluk belirtisi kimi zaman, bir oldurma çabası sanki olmayanı, bir bilinme arzusu ya da.. Yine islamcı tarafımla da bir katkı yapmalıyım :) Biliyorsun ilk gelen ayetler "oku" diye başlıyor ve o ilk ayetlerin içinde şu da var " O insana kalemle yazmayı öğretti- O insana bilmediklerini öğretti" Ve hemen peşinde de şöyle bir ayet, "Evet insan mutlaka azar, kendi kendine yettiğini sandığında" İnsan yazarak kendi dünyasını kuruyor ama bunun bir yere kadar yeteceği vurgulanıyor bence, senin yazındaki bu yetmezlik kıvranışı da bence buna dahil.. Hani hep söylenen yazarken Tanrıyı oynamak meselesi var ya işte öyle belki de, insan ne kadar okuyup yazsa da kusurlarla dolu ve muhtaç bir varlık..
Erhan okurunun profil resmi
Yazı çemberleri daha iyidir diğer bazı çemberlerden :) Herkes farklı bir şeyler için yazıyor. Dostoyevsi mesela, kumarbaz örneğinde, borçlarını ödemek için yazmış. Biz içimizdeki çıkarmak, birine ya da birilerine ulaşmak için yazıyoruz daha çok - biraz da hoşumuza gittiği için. Ben de kendim için yazıyorum genelde, nasıl Kuran dediği için okumuyorsam. O yüzden azmamda bir sakınca yok herhalde:) Kuran'dan herkes farklı bir şeyler alıyor, ama en iyisini senin gibi "oku"yu feyz alanlar yapıyor kanımca. İnsanların kusursuz olamayacağı da aşikar zaten, diğer her türlü varlık gibi. Muhtaçlık biraz göreceli ama tıpkı tanrıyı oynamak gibi. Semih'in kitabında da geçtiği gibi "Tanrı olmak zor iş" sonuçta.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.