Dünyada yüce ve yüce gönüllü olarak nelere imrenildiğine
âşinâyım; ruhum bunlara büyük bir yakınlık hissediyor ve bütün
alçak gönüllülüğüyle ikna edildi ki, kahramanın uğrunda mücadele
ettiği şey benim de amacımdı. Onun mücadelesini düşünürken
kendi kendime haykırırım: “jam tua res agitur” [Şimdi söz
konusu olan senin işin].
Kendimi kahraman olarak düşünebilirim; ama İbrahim olarak
değil. Bana sunulan bir paradoks olduğu için, bu yüksekliğe
ulaştığım zaman geri düşerim. Yine de hiçbir şekilde imanın bu
nedenle aşağıda bir şey olduğunu düşünmüyorum, aksine o en
yükseğidir. Aynı zamanda onun yerine başka bir şey önerme ve
imanı küçümsemenin, felsefenin sahtekârlığı olduğuna inanıyorum.
Felsefe bize imanın bir açıklamasını veremez ve vermemelidir
de. Felsefe kendisini anlamalı ve herhangi bir şeyi almadan en
azından herhangi bir şeyin hiçbir şey olmadığını düşünmeyi sağlayarak
aldatmak yerine, aslında neyi önermesinin doğru olduğunu
bilmelidir. Yaşamın gereksinimleri ve tehlikelerine âşinâyım.
Onlardan korkmuyorum ve yiğitçe onları karşılamaya koşarım.
Korkuya yabancı değilim, benim belleğim sadık bir eş ve benim
imgelemim, bana hiç benzemeyen, bütün gün işinde sessizce çalışan
ve akşamları benimle güzel güzel konuşabilen, beni de sadece,
çizdiği resimlere -daima manzaralar ya da çiçekler veya pastoral
idiller olmasa da- bakmak zorunda bırakan çalışkan bir hizmetçidir.
Korkuyla yüz yüze geldim, ondan korku içinde kaçmayacağımı
gayet iyi bilirim.