Yediveren Turizm'in sayın yolcuları, KT1000 sayılı otobüsümüz, 66. Peron'dan kalkışa hazırdır.
Anons da yapıldı. 6 aylık özlem sona eriyor. 4 yıl üniversite hayatından sonra mezun olup memleketime dönüyorum. İlk defa yolculuk sırasında yalnız olmayacağım, yanımda Kore'li bir arkadaşımı da beraber götürüyorum. Onunla staj yaptığım yerde tanıştık. Çok hanımefendi bir kız. Tam bir Türkiye aşığı. Benimle gelmek istediğini, yaşadığım yerleri gezip görmek istediğini söyleyince kıramadım.
Anneme haber ettiğim de kadıncağız heyecandan ne yapacağını şaşırdı. Tipik Türk misafirperverliği tavrıyla, kızım bunlar ne yer ne içer, söyle de ona göre hazırlık yapayım. O kadar da telaş etme anne! El kadar kız, biz ne yersek o da aynısını yer, zaten Türk yemeklerine de bayılıyor dediysem de nafile...Dolma yapayım diyor önce. Yok anne boşver yorma kendini.. Tamam o zaman mantı. Yok annecim ona üç adam lazım. Tamam buldum içli köfte...Sonunda içli köfte de karar kılıyoruz. Çaktırmadan arkadaşımın bahanesiyle anneme en sevdiğim fakat bir o kadar da zahmetli yemeğin siparişini de vermiş oluyorum.Canım annem yaa...
Otobüse bindik 13 ve 14 numaralı yerler neresiymiş bakalım derken, muavin yanımız da bitti. Yüzünde şapşal bir gülümsemeyle;
"ben göstereyim yerinizi buyrun efem. Arkadaşınız yabancı herhalde.
"Ha o mu evet Kore'li"
"Peki ismi nedir?"
Çattık ya! Sana ne onun isminden.. Nezaket gereği diyemedim tabi ki...
"Kim.
"Hanımefendi yanınızda ki Koreli arkadaşınızı soruyorum?"
"Evet Kim."
"Hanımefendi, dalga mı geçiyorsunuz benimle adı ne arkadaşınızın?"
Ben de sigortalar attı... Aaa!!
"Kim dedim ya kardeşim...Fesuphanallah, onun adı Kim"
Jetonu geç de olsa düşen muavin;
"Ahh şimdi anladım, arkadaşınızın adı Kim.
Ben de benimle dalga geçiyorsunuz zannettim."
Dakika bir gol bir. Neyse sırıtarak uzaklaştı.
Kim oturma telaşı içinde ne konuştuğumuzu anlamamış olacak ki "Bu adam sana ne dedi der gibi gülümseyerek baktı. Önemli bir şey değil canım dedim. Gel de Türk erkeğini Kore'liye anlat...
Neyse sonunda yerimize oturabildik. Diğer yolcuların da otobüse binmesiyle yolculuğumuz başladı. Tam o sırada 15 numara da oturan beyefendinin meraklı bakışlarla bize baktığını fark ettim. Adama dik dik bakıyorum ama yok belli bir şeyler yumurtlayacak. Az önceki muavin muhabbetine şahit olmuş olacak ki...
"Demek arkadaşınızın adı Kim" diyor.
Hay Allah'ım bir meraklı daha. Aklıma John Albert Halili'nin;
"Merak kediyi öldürdü, kedinin dokuz canı vardı. Bu yüzden, merak, kediyi sekiz kere daha öldürdü" sözleri geldi.
Gerçi kardeşim de küçükken çok meraklıydı. Takla atan arabalara takla attıran mekanizmayı bulacam diye arabaları son vidasına kadar söktüğü için babam ona 5 kere takla atan araba almak zorunda kalmıştı. Onun Motto'su daha çok "merak kediyi öldürür not me" tarzındaydı...
Daha fazla adamın sorularına muhatap olmamak için gözlerimi kapıyorum gidiş o gidiş. Gözlerimi açtığımda Bolu tesislerine geldiğimizi fark ediyorum.
Kim ile beraber bir kahve içmek için masaya oturuyoruz. Kahvelerimizi içerken aksilik bu ya! Kim, kahvesini üzerime döküyor. Gitti beyaz elbisem. Acele telaş soluğu lavabo da alıyoruz. Elbisemi kurtarayım derken, sütlü kahve rengine dönüştürerek otobüse doğru koşturuyoruz. Kapı da sırıtık muavin "Ne oldu hanımefendi 'Kim' vurduya mı gittiniz" deyince nevri dönen ben yanından geçerken adama bir çelme takıyorum. Ona dönerek "ne oldu arkadaşım? Kader de size mi vurdu? "diyorum.
Bu arada adımın Kader olduğunu söylemiş miydim?