arkadaşınızın analizini beğendim.. belki terk etmezdi bir şair sevdiği kadını; ama, birlikte iken çok da güzel şiirler beklemesin, derdim o kadına ya da tersi bir durumda adama.. "senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım," diyebilen nazım, cezaevinden çıkınca piraye'ye ne oldu..!! "dramatik yaşamın sonuçlarının verdiği haz," demişsiniz ya, bu da çok doğru.. şiir yazabilmek için cezaevini zorlayan şairler de oldu.. bir araştırma da ben yapmıştım.. aklımızda kalan muazzam, diye nitelendirdiğimiz ve hattâ bestelenen şiirlerin çoğu sonbahar ve kış aylarında yazılmış.. şairlerin cezaevi şiirlerini ayrı tutuyorum.. orhan veli acı ile beslendiğini söylemiş... zaten imkânsız aşkı olan nahit,orada bu sebeple durmuş gibi.. özdemir asaf imkânsız aşkı (lavinia) mevhibe beyat (selçuk) aynı acıyı vermiş özdemir asaf'a.. dünyanın en büyük aşk şairlerinden birisi pablo neruda 3 kez evlendi.. fransa'da loui aragon taparak sevdiği elsa yüzünden ne şiirlere imza attı.. edip cansever o kadar yalnızlığı, öyle bedbaht şiirlerin çoğunu tomris'e olan karşılıksız aşkı ile yazmadı morı.. tüm bu aşklar mutlu olsa idi...!! birçok şairin, neredeyse tamamının annesi için yazdığı şiir yoktur denecek kadar azdır.. didem madak'ın çoktur; ama, o da "annesizlikten şair oldum," der.. velhasıl lafı daha fazla uzatmayayım, şairlerin melankolik halleri bir şeyin eksikliği ile, o şey tamamlanınca melankoli uçup gidiyor, "bir yanı hep eksik," kalmalı.. fakat öyle bir durum ki bu, hüzün mutluluk verirken, mutluluk hüzün veriyor... saygılarımla