Tüm suskunluğunda önce bakıştır dünyanın anlamı sorusunu, dünyanın tam da içinden soran. Algısal inanç, bakışımın dünyaya yayılışından çıkar. İnanç olduğu kadar şüphedir de. İnandığım kadar kuşkulanırım dünyadan ve sorgularım onu. İşte Merleau-Ponty bu sorgulama halinin kaybedilmemesinden yanadır. Dünyanın hep bir soru kipinde varoluşu bizim de hep bir soru ile varoluşumuzdan başka nedir ki? Öyleyse nasıl mümkün olabilir düşüncemin gerçeğe ulaşması? Bu muğlaklığı, tanım getiremeyişimi, düşüncemin kavramların içine sığmayışını nasıl çözümleyeceğim?
Muğlaklık belki de hiç kalkmayacak, yok olmayacaktır. Ama ben de o muğlaklığın içinde olarak anlamlandırabilirim dünyayı ancak. "İndirgemenin verdiği en büyük ders, tam bir indirgemenin olanaksızlığıdır," der Merleau-Ponty:
...mademki biz dünyadayız, mademki refleksiyonlarımız düzen getirmek istedikleri zamansal akışın içinde yer alıyorlar... öyleyse tüm düşüncemizi kucaklayan bir düşünce yoktur"