Yılmaz Özdil imzalı ‘Mustafa Kemal’ bu yıl içinde çıkan ve okuduğum üçüncü Atatürk biyografisi oldu. İlki İlber Ortaylı’nın, ikincisi ise İpek Çalışlar’ın kitapları idi…
Aslına bakarsanız, bu gibi kitapların sayısının hızla artması iyi bir şey; keza Atatürk araştırmalarının da öyle. Yıllarca aptalca polemiklere konu edilen aile kütüğü, akraba isimleri gibi konuların hepsi hiçbir tartışmaya mahal verilmeyecek şekilde ortaya konulmuş durumda. Ha, gözünü düşmanlık, kalbini pas bürümüş bir güruh için bunlar da bir şey ifade etmeyebilir ancak Allah onların vicdanlarını kör etmişse bilumum yazarların dahi yapabileceği bir şey yok!
Bu tarz eserlerin, üstelik titiz çalışmaların arttığı bir gerçek çünkü demek ki toplumda Atatürk’e karşı bir hasret, bir arayış var. Bu sevgi ve alakanın devlet eliyle olmadığı ise çok açık; bilakis tamamen sivil ve içten bir özlem. Bir nevi geçit törenleri gibi kokan, heyecansız resmi bayram anmaları gibi değil toplumun Atatürk anmaları. Her yıl milyonlarca insan gönüllerinden gelerek Anıtkabir ziyareti yapıyor; Selanik turlarında muazzam bir artış var -ki bendeniz dahi iki defa gittim o topraklara...
Ülkenin niçin bu hale geldiği apayrı bir siyasi ve sosyolojik mevzu. Ömürleri boyunca Atatürk düşmanlığı yapan, hatta ‘Atatürk’ demeyi zul sayan ve asla Atatürk demeyen bir kesimin başrolleri kaptığı kesin ancak meydan boş değil. Neyse, fazla uzatmayayım…
Kitabı raflarda görünce ilk iş olarak içindekiler kısmına baktım. Kitabın sonlarına konulmuştu. Sonra da hızlı bir şekilde sayfaları çevirip biraz göz attım. Sebebi şu idi; Yılmaz Özdil’in daha önceki kitaplarında olduğu gibi ya da pek çok köşe yazarının bastığı kitaplarda olduğu gibi miydi? Yani yayımlanmış yazılar tek kapakta toplanır ve çarpıcı bir başlık seçilip, kitap adı yapılır. Özetle, kitabın adı Mustafa Kemal’dir ancak içindeki yazılardan sadece biri odur.
Neyse ki öyle çıkmadı.
Anladığım kadarıyla kalabalık bir ekip tarafından, üzerinde epeyce çalışılmış ve Yılmaz Özdil’e takdim edilip, onun tarafından kaleme alınmış bir eser.
Zaten baştan sona Özdil’in üslubu var. Köşe yazılarındaki o kısa cümleler, alt alta yazılmış ve bazen bir serbest vezin şiir havası veren bir yazım. Bu yazımın da etkisiyle kitap çabucak bitiyor. Bakmayın siz 500 sayfadan çok olduğuna, birkaç oturumda bitebilecek bir kitap…
Peki, beğendim mi? Evet. İçinde bir kısmını daha evvelden bildiğim, bir kısmını ise ilk defa duyduğum şeyler vardı. Anadolu’da ve nispeten muhafazakâr/sağ cenahta büyümüş, yetişmiş, zaman zaman Atatürk konusunda aklı karışmış biri olarak benim de yıllarca duyduğum, bugün ise saçmalık olarak nitelendirdiğim pek çok iftiraya cevap verilmiş. Hatta bu iftiraların kaynaklarının aslında neler olduğu da açık açık yazılmış.
Atatürk’ü seven, ona kıymet veren ve bunu her ortamda söyleyebilen birisi olarak Yılmaz Özdil’in benim referansım olmayacağını da ifade etmek isterim. Çünkü onun da belli konularda tenkite kapalı olduğu kanısındayım. Nitekim kitapta hatadan münezzeh, kusursuz bir insan profili çizilmiş. Oysa öyle değildi, bizim Atatürk’ümüz de hepimiz gibi yanlışı, eksiği olan bir fani idi. Ben onu ‘Kemâl’ olduğu için değil Mustafa Kemal Atatürk olduğu için seviyorum zaten.
Kitabı faydalı ve beğenilir bulmakla birlikte, bence önemli bir eksiğini söylemem lazım. Kaynakça yok. Tamam, bir bilimsel makaleler toplamı değil, kabul lakin sayfa altına kaynak yazılmasını da geçtim ama en azından en sona bir kaynakça eklenmeli idi. Böylece yazılanlar havada kalmazdı.
Zaman zaman roman tadında olmayı başaran bir kitap var ortada; ilgilisine tavsiye ederim…