Ailemden sık sık mektup alıyordum, ben de ara sıra birşeyler yazıyordum. Geri çekilmemize rağmen, zaman zaman savaştığımızı, bir süre sonra bütün gücümüzle toplanıp saldırıya geçeceğimizi ve o zaman düşmanları ezeceğimizi falan yazıyordum. İnsan daha ne yazabilir? Mide bulandırıcı bir devirdi, mektup yazmak insanın içinden gelmiyordu. Ben, dokunaklı şarkılar çalıp insanların duygularını sömürenlerden değilim ve salyası akan, her gün olup biteni karılarına, sevgililerine yazan, ağlarken akan sümüklerini mektup kağıdına bulaştıranlara katlanamam. Bir de savaşta, günün birinde öldürüleceklerini, bunun dayanılmaz, zor bir şey olduğunu yazarlar. Geride kalan kadınlarımız ve çocuklarımızın da savaşın içinde olduğunu anlamak istemediğinden salyaları akan, herkesin, kendilerine acımasını isteyen, sızlananlara elbise giymiş kancık köpek denir. Bu karakterdeki insanlara her yerde rastlanır. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın bu ağır yük altında ezilmemeleri için onlara güç vermemiz gerekmez miydi? İşte ezilmediler, ayaktalar! Ama bu alçak, gözü yaşlı adiler acıklı mektuplar yazarak emekçi kadınlarımızı ayakları altında kütük ezer gibi eziyorlardı. Böyle acıklı bir mektuptan sonra o zavallı kadın perişan oluyor, çalışamaz hale geliyor. Hayır! Eğer sonuna kadar sabretmek, her şeye katlanmak gerekiyorsa, katlanacaksın, yoksa, erkekliğin askerliğin ne işe yarar. Ama, mayanda kancıklık varsa erkek elbisesi giyeceğine büzgülü etek giy ki cılız bacakların görünsün, sonra, cephe gerisinde karıya benzemek için pancar tarlasında zararlı otları ayıkla, ya da inek sağ, cephe zaten pislik dolu, böyle kancığa hiç gerek yok orada.