Fularlı AdamSanırım bu kitabı ve yazarını biraz eleştireceğim. Ben ki çoğu kitabı beğenen, emeğe saygı duyan bir okur olmama rağmen bu kitap özelinde eleştirilerim azcuk sert olacak. Kitabı okurken öncelikli olarak atmosferine dikkat ediyorum yani anlatı; beni içine çekebiliyor mu, yoğun olarak o havayı soluyabiliyor muyum ya da her nere anlatılıyorsa rahatlıkla kendimi orada hissedebiliyor muyum diye bakıyorum. Şimdi sizlere bu soruların bendeki cevaplarını yansıtmaya çalışacağım. Umarım yansıtabilirim.
Kırsal bir mekân, oranın insanları ve insanların olayları; töre, iki farklı topluluk, yakışıklı yiğit bir erkek, güzelliği dillere destan bir kız, sevda, ağa, gelin, tüfek ve kan çevresinde dönen bir anlatı düşünün. Düşünün istiyorum çünkü yazara en yoğun eleştirim anlatının klişeliği üzerine olacak. Lakin konu dağılmadan atmosfere yönelik düşüncelerimi belirtmeye devam edeyim. Kitabın sayfaları ilerlerken oldukça sıkıldım, sıkıldıkça farklı şeyler düşündüm misal yazarı, yazar bu kitabı nasıl ve nerede yazdı diye garip hülyalara daldım; boynunda fuları, masasında dumanı tütmekte olan kahvesi, yazar olduğunu anımsatan gözlüğü ile manzarası güzel bir rezidansta. Hayır hayır 1980 yılında yayınlanmış bir kitap bu, ne rezidansı diyebilirsiniz ama ne yapayım sıkıntıdan işte. Hayal etmeye devam ettim sonra; ve aklıma bir diğer yandan İnce Memed geldi, sonrasında bazı ihtimaller üzerine de düşünmeden edemedim, yazar o zamanlar revaçta olan, ülkeyi kasıp kavuran, dizileri, filmleri çevrilen, üslubuyla çok geniş bir kitleyi yakalayan İnce Memed ’i okuyor ve kendi kendine şunu diyor; “Ben de yaparım ki” ama yazar tiyatroyla falan da ilgilenmiş (biyografisinde gözüme takılıyordu.) , NFK ’nın Reis Bey’ini de muhtemelen okumuş olacak ki ortaya karışık, atmosferi okuruna hissettiremeyen bir anlatı doğurmuş.
Yazara bir kastım yok tekrardan ifade edeyim ki ortalık karışmasın. Ben yazarı bu kitap özelinde eleştiriyorum. Yukarıda bahsini ettiğim düşüncelerimi sağlam temellere dayandırmazsam biliyorum ki yazara rastgele sallamaktan öteye gidememiş olacağım. Bu sebeple yazarın karakterleri nasıl konuşturduğuna değinmek istiyorum;
“Altıncı Tüfekli: Hökümet yeni adet çıkarmıştır şimdilerde. Toprak reformu deyi. Köylünün aklını karıştırmaktadır.
Birinci Tüfekli: Lakin bataklık taze umuttur şimdilerde. Onunla avunurlar.
İkinci Tüfekli: Ve de bu umut bayatlamadan, tazeliğini yitirmeden üstüne gitmek gerekir. Ağalığın itibarını namus gibi saklamak gerektir.”
Altıncı Tüfekli arkadaş ilkokul terk; şivesi köylüleri andırıyor, ama sıkmasa kendini onun da içinden bir entelektüel çıkacak gibi. Birinci Tüfekli de sanırsam ODTÜ ekonomi mezunu olacak ki tespitler oldukça profesyonel. İkinci Tüfekli ise Harvard edebiyat mezunu olmalı öyle ki kelimelerinin çeşitliliği ve uyumu mükemmel. Zannediyorum ki bu örnek ile ne demek istediğimi daha net açık etmiş oldum. Bana göre neden farklı düşüncelere daldığımın haklılığı niteliğindedir bu alıntı kaldı ki kitabın bütünü böyle.
Tüm bunların dışında oldukça fazla gereksiz ayrıntıların olduğunu belirtmem gerekiyor. Üslup olarak yazım, okuyucusunu tatmin edemediği için her yapılan okurun gözüne batıyor. Aynı diyalogları Yaşar Kemal yazmış olsa belki de keyif bile alınacak ama anlatı hem klişe hem de keyif vermeyince okur da; koskoca iki sayfanın diyaloğunu “Miro Ağanın Deliliğine” ayrılmış olarak yansıtır çevresine.
Yazacaklarım bu kadar. Yazımın başından sonuna eleştirilerimin puan karşılığı 6 ya tekabül ediyor bu nedenle 10 üzerinden 4 vermeyi uygun görüyorum, tavsiye eder miyim, yazdıklarıma istinaden bunun kararını siz verin isterseniz ama ben devamı niteliğinde 2 kitap daha varmış dolayısıyla onları okumayacağımı rahatlıkla söyleyebilirim. Herkese keyifli okumalar.