Gönderi

248 syf.
·
Puan vermedi
·
25 saatte okudu
Kâbe‘yi görmek... Namaz kılarken Kâbe‘yi görebilenlere ne mutlu... Ama evini İslâm ölçüsünde tanzim ve tertip edenler de Kâbe ile aralarındaki mesafelerin kalktığını göreceklerdir. En azından, inşaat ustalarının evler sağlam olsun diye gösterdikleri itinayı, haneleri sağlam olsun diye göstermeyen eşler, mutluluğu çarşı pazarda ve kahvehanede arayadursun. Franz Kafka, Değişim‘de şöyle diyor: ‘Yılın hemen bütününü mağaza dışında geçiren bir pazarlamacı dedikodulara, rastlantılara ve nedensiz şikâyetlere kolayca kurban gidebilir.‘ Buna benzer olarak, vaktini ‘orada burada‘ geçiren bir aile reisinin(!) evi üzerindeki etkisi ne derece ve o evin hali nice olur, siz düşünün. ‘Kadınların, limanların gemileri beklemesi gibi erkeklerini beklemeleri‘ni istiyorsak ayağımızı ona göre denk alalım! Hane deyince, ailenin yaşadığı yer anlaşılır. Başına kahve, hasta, çile, ders gibi mesela aile (hane) kelimesini getirmeye gerek duymayız. Hal böyleyken bir aile mensubunun ilk işinin hanesi olmaması düşünülemez. Hanemiz her işimizin bahanesi, her babaya her yol hanesi olmalıdır. Her anne de, hanesinde geçirdiği her anı kâr hanesine yazabilir. ‘Keramet değil, istikamet‘ isteyen büyüklerimiz ne kadar isabetli bir duada bulunmuşlardır. Fazladan mal mülk değil, evimizin istikametidir muradımız. Yani ‘evime dönmeliyim, kıbleye döner gibi‘. Evimize dönerken namazda olması gereken huşuyu yakalayabiliyorsak ne mutlu bize. Fikir ve zikrin ünsiyeti gibi... Fikrinde ev olan birinin ayakları başka yere gidecek değil ya. Tabii ki kıbleye -evine- yönelecek. Kıble her şeye lazım... Bitkinin -özelde ayçiçeğinin- kıblesi güneş, duanın kıblesi gökler, kulun kıblesi Kâbe, aile ferdinin kıblesi de evidir. Güneş görmeyen ağacın meyveden mahrum kalması gibi, kıblesiz bir kulun da ibadetleri boştur. Bütün camiler Beytullah‘ın birer şubesi ise, bütün evler de Hane-i Saadet‘ in şubesidir. Evimize bu niyetle yönelmeliyiz. Evlerimizin kıblegâh olmasından bir maksat da içinde ümmet adına icra edilen faaliyetlerdir. Tavsiye edilen geniş ve ferah bir eve emanetçi olan kişi, evinin bir odasını kütüphaneye ve ibadete/ uzlete ayırmalı ve burada hane halkının yetişmesini sağlamalıdır. Evin diğer kısımları da o odayı merkez aldıktan sonra gökyüzünden bakıldığında parıl parıl parlayan bir ev görülecektir. Tabi böyle bir evin ümmetin yetişmesi için de bir adres olması kuvvetle muhtemeldir. Sadece hane halkına değil, diğer müminlere de kıblegâh bir ev olacaktır. Ümmet arasında ünsiyet ve bilinç artırıcı en önemli faaliyetlerden biri olarak o dönemde hayli yoğun bir şekilde icra edilen ev ziyaretleri/ sohbetlerinin -mesela- Refah- Yol‘ a ulaşılması ve o dönemki bereketin nasip olmasındaki rolünü kim küçümseyebilir. Evin kıblegâh olabilmesi için elbette kendinin de kıbleye riayet etmesi gerekir. Bunun mesulü de ev emanetçisidir. Evimiz kıbleye göre değil de caddeye göreyse, yatağımızın ayak tarafı kıbleye bakıyorsa ve daha kötüsü anten yönüne dikkat ettiğimiz kadar evimizin kıbleyle olan münasebetine dikkat etmiyorsak, görüntü bozulduğunda çatıya bile çıktığımız halde sabah namazında sıcak uykumuza kıyıp yönümüzü kıbleye çeviremiyorsak vay halimize. Kâğıt Mısır‘dan geliyor diye o tarafa ayak uzatmayan ve İslam uğrunda zindanlarda şehit olan bir mübarek İmam‘a tâbi iken arkamızın geçici rahatlığı için münasebetsizce kıbleye ayak uzatmak, bu şekilde davranarak en basit ifadeyle edepsizlik yapmak evimizin kıblegâh ev olmasının önündeki temsili engellerden en mühimidir. Kıbleye göre yapılan evler İstanbul‘dayken dört sene boyunca evin köşesine doğru namaz kıldık. Pusulalarla, kıble tayin aletleriyle, caminin yönünü evimize uyarlayarak aramızda tatlı tartışmalar eşliğinde kıbleyi netleştirmeye çalışıyorduk. Bir gün taşrada bir arkadaşımızı ziyaret ettiğimizde namaz için kıbleyi sorup gayriihtiyarî evin bir köşesine yönelmiş beklerken, arkadaşımızın sesiyle uyandık: ‘Burada evler kıbleye göre yapılır azizim.‘ Elbette din, evin yönüne bile müdahale eder. Müslüman evlerinin olduğu/ olması gerektiği gibi o ev de ayete (Yunus Suresi/ 87) göre yapılmıştı. ‘Bazı müfessirler ise ‘kıble‘ kelimesinin sözlük anlamından yola çıkarak bu ayette, karşılıklı evler yapıp dayanışma içinde bulunmalarının kastedildiği kana-atini taşımaktadırlar.‘ Ev sohbetlerinin dayanağı da bu ayetin bu yorumu olabilir. Toplumun sürekliliği ve selameti için barınma, yeme- içme ve neslin devamı; temelde dikkat edilmesi elzem hususlardır. Kısa bir süreliğine bile bunların sokakta gerçekleştiğini düşünmek -Allah muhafaza- insanın içini ürpertiyor. İşte evimiz, tüm bunları çatısı altında toplayarak üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ifa etmiş oluyor. Evlerimizden yana bizim üzerimize düşen vazife de; onları, temelde örnek almaları ve birer şubesi olmakla iftihar etmeleri gereken Kâbe- i Muazzama‘ ya, Hane- i Saadet‘ e yakın kılmaktır. Kıblegâh Evler‘de sadece ev değil, eşler arası ilişki, çocuk yetiştirme (bakımı değil), annelik, babalık, çocukluk vazifeleri gibi birçok konudan bahsediliyor. Ve evlerimizin kıblegâh olabilmesi için bir dolu ipucu... Bu münasebetle internette gördüğüm şu metin de ev(lilik)in manasına dair güncel bir yorum olarak kulağımızda dursun. "Sormuşlar ‘evlilik nedir‘ diye. Eskiden demiş, kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabi o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna ‘evlenmek‘ denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik ‘katlanmaktır‘ demiş."
Kıblegah Evler
Kıblegah EvlerNureddin Yıldız · Tahlil Yayınları · 20112,072 okunma
·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.