Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

244 syf.
9/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Herhangi bir eserde intihar konusunu anlatmak, okura hissettirebilmek her zaman için zor olan bir anlatımdır. İntiharın somut gerçekliğinin tasviri bir yana, intihar sürecinde bir insanın içinde bulunmuş olduğu zihinsel bunalımlar ve mantıksızlıkların resmedilmesi her zaman için en zor olan anlatımlardan biridir. Birçok eser, birçok felsefi metin vardır intihar üzerine. Ama kaç tanesi başarılı olmuştur diye soracak olursak, bunlardan pek azıdır zannımca. İntihar gerçeğini halen daha yaşayan insanlar olarak tasvir edebilmemiz her zaman için en kısıtlı olan ihtimaldir. Bizim intihar hakkında konuştuklarımız her zaman intihara uzak olan şeylerdir. İntihar anındaki düşünsel dalgalanmayı tarif etmeye kalkışırız ama bu sadece bir varsayımdan ibaret olarak kalır. Benim şimdi intihar hakkında bahsettiklerim gibi tıpkı. İntihar eden insanlarla konuşabiliyor olsaydık eğer, intihar anındaki yüzlerce düşünceden binlerce sayfa bir intihar izlenimi çıkartılabilirdi belki de. O binlerce sayfadan yola çıkılmış yüz binlerce sayfalık başka izlenimler de cabası olurdu. Çünkü bir insanın yaşamında olabilecek en yoğun anlardan biridir bana göre intihar anı. İntihar anına giden düşüncelerden oluşmuş yollar ve o yolun sonunun oluşumu. Bir varsayım anlatımı ne kadar doğru ve yerinde olabilir? Bunun derecesini kanıtlayabilmek bile başlı başına bir sorun aslında. İntiharı, en iyi şekilde, intihar eden ve tam da o anda olan biri en yakın bir şekilde tasvir edebilir. Biz 'intihar etmemiş olanların' tasvirleri en fazla sadece birer varsayım olabilir. Çünkü tanımlamaya çalıştığımız şey hakkında sadece, "A kişisi intihar etmeden önce böyle düşünmüş olabilir" ya da "B kişisi böyle bir ortamda intihar ettiyse belli ki aklından bu düşünceler geçmiş olmalı" şeklinde tahminler türetilebilir. Çünkü bizi sınırlayan bir şey var intihar kavramında; ölüm. Bu tahmin ve varsayımların ne kadar doğru olduğu, ölüm şeklimiz intihar etme şeklinde olursa şayet ancak bu şekilde anlaşılabilir belki de. Bu anlaşılma da paylaşılamaz, başkalarına anlatılamaz biçimde olacaktır, çünkü sonuçta ölmüş olacağız. Bu gibi hayatta asla tam olarak anlaşılamayacak gerçekler beni heyecanlandıran konulardan bazıları. Sadece tahminlerimizle yaklaştığımız konularda elbette ki çeşitlilik de çok fazla olacaktır. İncelemeye neden ölüm ve intihar gibi karanlık gerçeklerden başladığımı soracak olursanız, bunun nedeni Bernhard. Kendisi bir eser inşa ediyor, gerçek hayatta tüm korkulan ve kaçınılan konuları bir anda yüzünüze çarpıyor. Bunu yaparken de kendine özgü, uçta karakterlerini kullanıyor ve bir yandan karanlık gerçeklerin zihnimizce sindirilmesi ile uğraşırken bir yandan da anlaşılması zor olan karakterimiz ile boğuşurken buluyoruz kendimizi. Aslında bu gibi bir eserde her şeyin daha zor olması en mantıklı olan şeydir. Çünkü ilk başta bahsettiğimiz gibi intihar kavramı tam olarak anlaşılabilen bir kavram değildir, onu anlaşılır kılmaya çalışmak, başka bir deyişle bu konuyu basitleştirmek, zaten ne yaparsak yapalım yanına tam olarak doğru bir biçimde yaklaşamayacağımız bir konudan gittikçe daha da çok uzaklaşmamıza yol açacaktır. Bu bağlamda da asıl mantıklı olan şey, en az yanlış olacağı düşünülen bir biçimde zor olan bir kavramı anlatmaya çabalamaktır. Kolaylaştırırarak değil, aksine olduğu gibi salt zor haliyle intihar gerçeğini ortaya koymak, bu ortaya koyuşu daha az yanlış kılar. Zor olan bir konunun zorluğunu zihnimizin her bir köşesinde hissetmeliyiz ki anlamanın neredeyse imkansız olduğunu fark edip, gerçeği kavrama açlığı içersinde pür dikkat kesilebilelim. Belki de felsefi metinlerin ve romanların zor okunması bu yüzden. Belki de zor okunan eserler sırf bu gerçek yüzünden zor okunuyor. Zor okunan eserlere boşuna derin eserler demiyoruz sonuçta, o zorluğu hissedip daha da fazla içine girmeye çabalıyoruz eserin, böylece gittikçe daha fazla derinleşiyor eser. Başta da bahsettiğim gibi Bernhard bu romanında çok zor bir konuyu seçmiş. Kendisi, eğer seçtiği konu anlaşılması genel olarak zor bir konu ise okuyucuyu tabiri caizse kıvrandırmayı amaçlar bana göre. Zihinsel olarak bir anlam karmaşası içinde kıvranmalıyız ki daha derinlere inebilelim. Bernhard'ın eserlerinde derinlere inmek de ancak zor yolla olur, çünkü o kolaylığı sevmez asla bana göre. Genel olarak eserde karakterimiz olan Roithamer'ın intihara sürüklenişi anlatılıyor. Kendisini de eserin zaman akışına göre öldükten sonra tanıyoruz. Yani gerçek zamanlı bir intihar değil, üzerinden kısa bir süre geçmiş bir intiharı inceliyoruz aslında. Bu gibi bir yöntemle Bernhard eseri daha da derinleştirmiş zannımca. Çünkü eserin asıl dikkat çektiği bir gerçek de şudur; eğer eserde anlatılan olay zaman akışına paralel olarak, başka bir deyişle hikayedeki şimdiki zamanla birlikte ilerliyorsa yorum yapmak biraz daha güçleşir. Çünkü bu anlatıma göre yaşanılan olayların üstünden bir kere daha geçilmez. Bu okura bırakılır bir anlamda. Elbetteki ki okur da yorum yapabilir. Ama Bernhard'ın kullandığı yöntemle intihar eden kişinin, başka bir kişi tarafından tahlilini görüyoruz. Bu yöntemle biz de hem kendi tahlilimizi hem de tahlilin tahlilini de yapabiliyoruz. Böylelikle hem Roithamer'ın notlarından gerçek zamanlı olarak bakıyoruz olaylara, hem de anlatıcımızın ve arkada kalanların gözünden olayı geçmiş zamanda kalmış, üzerine çokça kez düşünülmüş ve düşünülüyor olan bir olay örgüsü olarak görüyoruz. Bu, bu tahlil durumu, aslında kitabın ismini de oluşturan temel bir kavram, ama buna daha sonra geleceğiz. Roithamer'ın çok sevdiği kız kardeşi için tüm parası ile inşa ettiği koni biçiminde bir bina da anlatılıyor eserde. Öyle ki, bu inşa ve bu inşa ile ilgili çoğu şey çok yoğun bir anlam karmaşası barındırıyor içlerinde. Anlam karmaşası diyorum, çünkü Bernhard'ın olay örgülerini en iyi betimleyen kavramın bu olduğunu düşünüyorum. Her şeyin birbirine karışmaya müsait olduğu bir anlam karmaşası ortamı. Bu anlam karmaşası ilk olarak bir insanı hayatsal olarak gördüğümüz uzamdan bahsederek başlıyor. Bir insan, herhangi biri, zaman içindeki uzamı ile halen daha varoluşsal olarak mevcuttur. Ölüm veya intihar bu uzamı sonlandıramaz. Bu belki de bizim ölmüş olan varlıklara, yaşayan varlıklar olarak bakışımızın bir sonucu. Mesela şu örneği vermek bu konuyu çok daha anlaşılır kılacaktır: Ölen bir insanın odasına girdiğimizi düşünelim. Orası bir zamanlar ölmeyen, hayatta olan kişinin odasıydı, öyle değil mi? Peki biz bu odayı gördüğümüzde nasıl anımsıyoruz? Örneğin, ölen Roithamer'ın odasıydı bu, deriz. Ölü olan bir insanın odasını bile tarif ederken onun ölü olmayan hali ile bir şeyleri tarif ederiz. Yani zihnimizde tam olarak o anda biz fark edemesek de insanlar daima canlı olarak kalır. Çünkü bizim o kişiyi zihnimizde tutmamız için tetikleyici etmen her ne kadar ölüm bile olsa o kişi zihnimizde ölmez. Bunun somut bir şey olmasına da gerek yok; oda veya ölüden arda kalan eşyalar gibi. Düşünsel olarak da bu canlılık kesinlikle söz konusudur. Ölen kişi, eğer çok benimsediğimiz bir kişi ise zaman zaman kendi hayatımızda "o olsaydı şimdi böyle düşünürdü" tarzında düşüncelerin aklımızdan geçmesi bile insanın zihinsel manada asla öldürülemeyeceğinin kanıtıdır. Bu açıdan ana karakterimiz Roithamer zihinsel manada asla ölmemiştir bir anlamda. Fiziksel varlığı sona ermiştir fakat zihinsel varlığı onun en yakın arkadaşlarında ve ardından bıraktığı düşünceleri okuyan herkes tarafından istemsizce bile olsa sürdürülecektir. Ben bu bağlamda yazı yazmanın önemine dikkat çekerim hep kendim adına. Çok aktif yazı yazan bir insan olmasam bile mutlaka düşüncelerimi her türlü biçimde yazmaya ve yorumlamaya çabalarım. Çünkü insan beraberinde bir süreklilik, daimilik arayışı da getirir bana göre, bunu da en etkili biçimde uygulayabileceği yöntem budur: Zihinsel yaşamı boyunca aklından geçen her şeyi kağıtlara aktarmak ve en azından düşünsel devamlılığı sağlamak. Yazarların da yaptığı şey bu değil midir aslında? Çağlar öncesinde yaşamış olan filozoflar neden günümüzde dahi ilk günkü gibi tartışılıyor? Bu tartışma neyi gösterir bizlere? Düşünce insanlarının ölümsüzlüğünü belki de. En basitinden Aristoteles mesela, hiçbir zaman ölmemiştir aslında, zihinsel olarak varlığını yüzyıllar boyunca sürdürmüş ve sürdürmeye de devam edecektir. Bu açıdan varoluş olarak insanlık sürdükçe onun varlığı da daimi olacaktır. Eserde Bernhard'a ait alışılagelmiş saldırmalara da sıkça rastlıyoruz. Ülkesel olarak bir eleştiri. Diğer Bernhard karakterleri gibi Roithamer da ülkesi tarafından anlaşılamamış ve doğduğu yerden yaşamı boyunca kaçmaya çalışan bir uç insandır. Bernhard bu uç insanları anlatmayı gerçekten büyüleyici bir biçimde mükemmellikle başarıyor. Aklıma Kafka hakkında söylenmiş bir söz geliyor: Kafka da tıpkı bu gibi bir ruh halinde idi aslında, doğduğu yerden yaşamının sonuna dek kaçmaya çalışan biri. Zeynep Oral'ın Esintiler 80'li Yıllar'ından okumuş olduğum bir cümle. "Franz Kafka Prag'da doğdu, ama yaşamı boyunca oradan kaçmaya çalıştı." Tıpkı Roithamer da Kafka gibi yaşamı boyunca en başta ailesinden daha sonra ülkesinden kaçmaya çalışan (belki de kaçmaya mahkum?) bir düşünce insanıdır. Ona göre insanlar milletlerin ve ülkelerin prangaları altındadır. Herhangi bir insan sırf bir millet içinde doğduğu için o ülke doğmuş ve doğacak insanların tümüne ömürleri boyunca sürecek olan bir esaret uyguluyor. Bu anlamda, evrensel açıdan düşünmek imkansızdır Roithamer'a göre. Çünkü biz ne kadar evrensel düşünürsek düşünelim aklımızın bir köşesinde daima bir yerlere ait olduğumuz düşüncesinin kalacağını, onu atamayacağımızı söyler. Bu açıdan da tam olarak düşünülebilir salt bir evrensellikten söz edilemez. Ama yeterli cesurluluk ile bunun da üstesinden gelinebilir ve en azından evrensel olmaya bir adım daha yaklaşılabilir. Doğuştan gelen akrabasal ailesel alışkanlıklardan vazgeçmek bile son derece ağrılı bir süreç iken, tam olarak evrenselleşebilmek son derece zor bir durum olarak geliyor bana da. Evrensellik, Roithamer'a göre imkansız da olsa, imkansız gibi kesin olumsuz bir kavramı neredeyse kullanacak ölçüde zor bir mesele. Bernhard bu sancılı konulara, bizleri de zihinsel karmaşa içersinde kıvrandırarak dikkat çekiyor. Ama Roithamer gibi uç insanlara hayran olmak da bize hiçbir şey kazandırmaz. Çünkü olan şey yalnızca kendimizi kaybetmektir. Biz bazı insanları o denli çok benimseriz ki artık onlara kendimiz olarak bakamaz hale geliriz. Çünkü bizim düşüncemiz onun düşüncesi olmuştur. Bu noktadan sonra biz, biz olmaktan çıkarız ve bizden uzak özenti hale gelmiş sahte biri olarak o kişiye bakmaya başlarız. İşte bu yüzden tarafsız ve bilimsel düşünebilmek çok önemlidir. Herhangi bir düşüncenin ya da bir insanın tahlil edilebilmesi için en önemli şart belki de budur. Ayrıca insanın, insanlık olarak bakış açısı öyle fazladır ki, biz birini tahlil etmeye çalıştığımızda aslında o kişiyi yalnızca kendimize göre tahlil etmiş oluruz. En basitinden örnek vermek gerekirse, her insan birbirinden farklıdır, bir tek insan onu tanıyan her insana karşı farklı görünür. Bu durum, söz konusu olan kişinin iki yüzlülüğünü kanıtlamaz bizlere, bu durumun bize kanıtladığı şey bir insana bakış açısının insanların sayısı boyunca çoğalacağıdır. Bu yüzden de insanın kendi olarak kalması çok önemli bir noktadır. Düşünce tarihi bu yüzden günümüze gelinceye kadar olağanüstü derecede genişleyerek gelmiştir. Çünkü düşünce insanlarının sayısı çoğaldıkça izlenimler de artmış ve farklılık göstermiştir. Biz de bir kişinin veya bir fikrin doğru tahlilinin bizim yaptığımız biçiminin doğru olduğunu iddia edemeyiz. O yüzden onlarca yüzlerce başka izlenimlere de ihtiyacımız vardır. Gözlemlenen izlenim ne kadar artarsa o kadar doğruya yaklaşılır ama asla en doğru biçime ulaşamayız. Bu da Bernhard'ın altını defalarca kez farklı konularla altını çizdiği değişmez konulardan biri. Hiçbir şeyin kesin olamayacağı, en iyi ihtimalle herhangi bir şeyin yalnızca daha az yanlış olabileceği. Hayatımızda aykırı şeyleri gerçekleştirmekten kaçınmamalıyız, ucunda kendi ölümümüz bile varsa. Roithamer bunu fark edebilecek kadar zeki biriydi. Bu konudan biraz bahsetmek istiyorum. İnsanın bir fikre ya da ideale kendini tamamen vermesi aynı zamanda onun sonunu getirir. Bu düşünceden yola çıktığımda aklıma William Golding'in Kule eserindeki papaz geliyor. Bir fikre tamamen kendini vermek bir kayboluş sebebidir. Roithamer'a göre insanın kendi amacı olan bir şeyi kendisi dışında kimseye göstermesi, sergilemesi gerekmez. Günümüzde insanların içine düştüğü en büyük hata da budur. Bir sergileme yapma, gösteriş budalalığı. Ayrıca her zaman en karmaşık fikirler en basit ve sıradan fikirlerden ve gözlemlerden çıkar. İnsan doğası karmaşıklaştığında basitlik ve yalınlığa düşkün hale gelir. Bu yüzden asıl aşıklar, gerçek aşk kavramını asla bulamamışlardır. Bulanlar da bir fikre saplanmanın getirisi olarak yaşama veda etmişlerdir. İşte Roithamer'ın bu saplantısı kız kardeşi için inşa etmeyi istediği koni olmuştur. Sadece görünürde, fikirde basit ama zihinsel bağlam olarak aşırı karmaşık olan bir yapı. Bu uğurda yıllarca çalışmış ve kendilerine mimar diyen insanlardan bile daha üst düzey bilgiye sahip biri haline gelmiştir. Bu saplantı yüzünden de herkesin inşa edilmesi imkansız gözüyle baktığı koniyi inşa etmiştir. Roithamer'ın farkı bu içinde bulunduğu ölümcül saplantıyı fark edebilmesi olmuştur. Çünkü kendi ölümü ile ilgili olan salt dehşet verici bir gerçeği, soğukkanlılıkla karşılayan çok zeki bir insandır kendisi. Şundan da bahsetmek istiyorum ki, Bernhard, Roithamer aracılığıyla günümüz mimarisini ve inşaat bilimini bolca eleştiriyor. Günümüzde inşa edilen yapıların büyük bir çoğunluğu tamamen ekonomik kaygı güdülerek ortaya çıkmıştır aslında. Elbette ki ortada bir estetik ve sanat anlayışı vardır ama bu, eski çağlara nazaran neredeyse koca bir hiçtir. Başka bir deyişle estetik kaygı çok daha kısıtlıdır artık. Aslında bu kısıtlılık durumu da estetiği ve sanat anlayışını öldüren en büyük etmenlerdendir bana göre. Eski çağlarda yapıların inşa edilmesi çok daha zahmetli idi ama bu, inşaat ve mimari ile sanat yapılmasına engel olmuyordu. Ekonomik kaygılar sanat anlayışının önününe geçememişti ve ortaya olağanüstü, şahane yapılar çıkmıştı. İnşa edilecek bir yapı varsa eğer bir planlamada, öncelikli olan şey estetik kaygı ve sanat duygusu idi. Yapının liderliğini götüren kimseler estetik kaygı içerisinde oldukları için de ortaya günümüzde halen daha korunmakta olan mükemmel yapılar çıkıyordu. Çağımızda ise artık yapıların inşasında sanatın ve estetik kaygının tamamen ekonomik kısıtlılık içersinde sıkışıp kalmış olduğunu düşünüyorum. Roithamer'ın da tepkili olduğu şey bir nevi bu boğucu kısıtlılık idi. Bu yüzden de onun inşa etmek istediği koniye imkansız gözle bakılıyor, kendisi de inşaat çevreleri tarafından hiç sevilmiyordu. Saplantılı bir fikir insanın çıkış yollarını erkenden kapatır. Biz insanlar kendimize özgü çıkış yollarımız ile yaşarız. Her zaman en umutsuz anda bile bir çıkış noktası bulabilmemize dayalıdır yaşamamız. Aksi takdirde yaşam bizler için imkansız hale gelirdi. Herkesin kendi hayatında sarıldığı bazı olmazsa olmaz şeyler vardır. Ölüm zamanı gelinceye kadar biz çeşitli çıkış yollarına girer dururuz. Hayatsal akışın kendisi budur. Sevdiğimiz insan ölür, en azından onun anısını yaşatmak için ben yaşıyorum deriz, evimiz yanar, en azından bir işim var para kazanabilirim deriz, işimizden oluruz, yeni bir iş bulabilirim deriz. Bu gibi çıkış yolları tükendiğinde insan hayatının sonu da gelip çatmıştır. Biz insanlar günün birinde hiçbir çıkış yolu bulamamak için yaşıyoruz aslında. Ama insanlar bu çıkış yolu yoksunluğunu genellikle hep tam son zamanlar fark ederler. Ama Roithamer gibi insanlar kendi içinde bulunduğu durum kendi çıkış yollarını kapatmaya başlamışsa bunu da görüp kendini buna erkenden hazırlayabilir. Bu açıdan da onaylanamaz olan dehşet verici intihar kabul edilebilir bir gerçek haline gelir. Hem kendisi için hem de çevresindeki herkes için bu bir mutlak kabul edilebilirlik durumuna dönüşür. Bir anlamda da hayatları boyunca kabul edilmemişliklerin abidesi olan insanlar (Roithamer gibi) ölümü bu açıdan da bir kabul edilebilirlik olarak görürler. İntihar bir intikam olarak da planlanabilir buna göre. Koni zamanla Roithamer'ın da bir yaşam amacı haline gelir. Bir noktadan sonra intiharı yeni yeni görebilmeye, seçebilmeye başlar kendisi, tıpkı ufukta yeni görülen bir gemi gibi. Ve bu gerçeği kabullenmeye başlar. Kendisinin o zamana dek olan düşünce gelişiminin bir sonucu, bir ufuk noktası onun için artık inşa etmekte olduğu konidir. Koni kendi doğup büyüdüğü Altensam'dan ayrı düşünülemez çünkü fikir temelleri ilk olarak oraya dayanır. Bir çocuk ailesinden dışlanmış olarak büyür, gelişir, okur ve tüm bu düşünsel faaliyet bir sonuca bağlanır. Bu bağlamda bir fikri çıkaran şey ile ortaya çıkan şey ayrı olarak düşünülemezler. Bu yüzden de Roithamer koniyi hayatının amacı, hayatındaki düşünsel faaliyetin mutlak bir sonucu, sonu olarak görür. O son gelip çattığında koni inşa edilmiş, adına ithaf edinen kız kardeş geçirdiği şok sonucu yaşamını yitirmiş, Roithamer da fiziksel olarak varlığının sonuna gelmiştir. Kendisi de ben her şeyde özgürdüm ama şimdi koniyi inşa edenin kurbanıyım, diyor. Koniyi inşa ettiren şey var olmasından bu yana sürüp gelen düşünce faaliyetidir. Bu kaçınılmazdır. Roithamer gibi zeki insanların yaşamları, düşünsel faaliyetlerini en aktif biçimde sürdürmeye bağlıdır. Hani o öldüremez olan zihinsel çaba. İşte o başta bahsettiğimiz bir anlamda öldürülemez olan zihinsel varoluş bir insanın sonunu dahi getirebilir. Böylelikle insan kendi kendinin sonunu getirendir, tüm yolları aslında kendisi kapatandır. Fark etmese bile insan kendini adım adım ölüme hazırlar. Bunların hepsi aslında insan yaşamı için bir 'düzelti'dir. Kendi zihninin ölümsüzlüğü için bir düzelti; benliğin feda edilmesi. Biz bu düzelti ile varlığımızı sürdürür, zaman geçtikçe düzeltinin de düzeltisini yaparız kendimizce. Daha sonra da düzeltinin, düzeltisinin düzeltisini de belki de? Ama bu düzeltiler bizim hem yaşamımızı oluşturan hem de sonumuzu hazırlayan şeydir. Açgözlülükle para kazanırız, buna çaba gösteririz, ulaşamadığımız her şey bize ulaşılabilir gelir, zevk içinde yaşamımıza devam ederken ulaşılabilen şeylerin, fazla ulaşılmaları sebebiyle çıkış yollarımızı kapatmış olduğu gerçeğini fark edemeyiz. Bilgisel olarak açlığımızı ve tatminsizliğimizi artırırız, asıl bilgiye ulaşmanın imkansızlığını sonradan görürüz ve böylelikle de bir çıkış yolunu tıkamış oluruz. Bu bir anormallik değil, bu yaşamın kendisi! İster kabul edelim ister etmeyelim hayat bu çıkış yollarının hemen ya da zamanla tıkanmasından ibaret. Hayatın bize çarptığı tokatlar geçmişten kendimize çarptığımız tokatlardır. Bu düzelti tokatlarıdır bizi her defasında kendimize getiren. Bizi daha çok biz de yapabilir düzeltilerimiz, bizi bizim içimizde yok da edebilir. Biz asla en uç tutarlılıkla düşünemeyiz, bu kusur yüzünden çıkış yollarını tıkarız, farkına bile varmadan. Eğer tam tersi olsaydı, yani en uç tutarlılıkla düşünebiliyor olsaydık her şeyi çözmüş olurduk. Ama o zaman da insan olmamızın bir anlamı kalmazdı belki de. İnsanız, çünkü kusursuz değiliz. Düzeltilerimizle varız aslında biz, belki de bizi Roithamer gibi daha az düzgün yapan düzeltilerimizle. Parçalanmaya mahkum olan insan doğasının düzeltileri ile. Her zaman düşünmek, tam anlamıyla bir düşünce insanı olmak her zaman doğruyu söylemeyi zorlaştırır, hatta imkansız hale getirir. Roithamer gibi bir düşünce insanının, kendisi hakkındaki gerçeği tam olarak bahsedememesi de sırf bu yüzden belki de. Kitap boyunca koni inşası, Roithamer'ın yaşamını koniye adaması -öyle ki kendisi bile eserin sonlarına doğru, her şey sonunda konidir, diyor- anlatılır, ama neden, yani neden koninin varoluşu vazgeçilmezdir, bu gibi can alan detaylar gölgede kalır. Koninin varoluş amacını, kız kardeşine yapmak istediği normal dışı bir bina olarak görür Roithamer. Ama asıl can alıcı noktaları, mesela koninin aslında kendisinin son ve en önemli düzeltisi olması gibi noktaları Roithamer'ın kendisi bile bilmiyordur artık. Çünkü hikayenin gidişatında koni fikri bir anda ortaya çıkar, sanki yıllarca üstünde çalışılan bir fikirmiş gibi de Roithamer'ın kendisi tarafından hemen kabul edilir. Ama Bernhard bizlere bu gölgede kalan detayları aydınlatan bir anlatım sunar. Böylelikle biz okurlar Roithamer'ı, kendisinin de farkında olmadığı perspektiflerden inceleme şansı buluruz. Belki de o gölgeleri en zeki insanlar bile göremezler, evet Roithamer zekiydi, kendi sonunu çok önceden görecek kadar, ama kendisi hakkında gölgede kalan gerçekleri görememesi onun bu detayları gözden kaçırması değildir, bu insanın doğasıdır. Doğruyu söyleme olanağının sıfıra inmesidir. Ve eserin sonunda Roithamer kendi asıl düzeltisine ulaşır. İntiharı için birçok anlam aranabilir, hayatı boyunca yaşadığı kabul edilmemişliğin bir intikamı denebilir, çıkış yolu bulamama hali de denebilir, ama bunlar kesin değildir. Tek söylenebilecek şey son ve en büyük düzeltinin ölüm olmasıdır. İnsanın kendine şekil verdiği, kendi düzeltisini yaptığı son şey ölümdür. O da kendi son düzeltisine kendisi karar vermiş ve intihar etmiştir. İnsan yaşamındaki her şey bir düzelti değil midir? Yaşamlarımızdaki zihinsel olarak değişimlerin tamamı düzeltilerdir. Ama asıl düzeltiyi hep erteleriz diyor Roithamer'ın kendi de. Birini kavrayamamak o kişinin düzeltisine şaşırmaktan ibarettir. Ve intihar bizim için en anlaşılmaz şey olduğu için başta da bahsettiğimiz gibi, intiharın anlaşılamaması gibi Roithamer'ın kendi de genel manada bir anlaşılmazlıktır. Bu yüzden intiharı seçmiş insanlar bizi genellikle şaşırtır, anlaşılamaz gelir. Ama şunu kesin olarak biliyoruz ki düzelti insan hayatının bir temelidir. Asıl düzelti de Roithamer'ın de bahsettiği gibi ölümdür, belki de intihardır. Kendi düzeltisi uğruna kendisinden vazgeçmiş olan bir insanın öyküsüdür Düzelti. Bernhard'ın bu sancılı zihinsel karmaşasının kendisi de bir düzeltiden ibarettir belki de? Düzelti'nin de hayatınızdaki düzeltilerden biri olmasına izin verin, pişman olmayacaksınız.
Düzelti
DüzeltiThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 2018129 okunma
··
468 görüntüleme
•••MERVE••• okurunun profil resmi
Nihayet sakin kafayla okuyabilme fırsatı buldum. Güzel olmuş, harika, eline sağlık vs. diye yorum yapan sıradan bir inceleme okuru olmama kararı aldım. (Aman diyeyim bu cümlem bu şekilde yorum yapanlara taş atıyor olarak algılanmasın, kendimce ve kendime bu yorum) Zaten senin incelemeler de öyle yorumlarla geçiştirilecek tarzda değil maşallah. *Bu anlam karmaşası ilk olarak bir insanı hayatsal olarak gördüğümüz uzamdan bahsederek başlıyor. Bir insan, herhangi biri, zaman içindeki uzamı ile halen daha varoluşsal olarak mevcuttur. Öncelikle bu cümlenin beynimi yaktığını söylemek isterim. Bu nedenle bu kısma ayrıca bir açıklama istiyorum. * Evrensellik, Roithamer'a göre imkansız da olsa, imkansız gibi kesin olumsuz bir kavramı neredeyse kullanacak ölçüde zor bir mesele. Benim için de öyle. Hatta daha da ileri vardırırsak evrensellik diye bir şey mümkün değil, olsa olsa ılımlı olmak dediğimiz bir şey söz konusudur. Yaşadığımız coğrafyadan, aile ve akrabalık bağlarından, dilden, ırktan, tarihten, dinden tamamıyla kopup tarafsız düşünmek çoğu zaman mümkün olamıyor. * her insan birbirinden farklıdır, bir tek insan onu tanıyan her insana karşı farklı görünür. Bu durum, söz konusu olan kişinin iki yüzlülüğünü kanıtlamaz bizlere, bu durumun bize kanıtladığı şey bir insana bakış açısının insanların sayısı boyunca çoğalacağıdır. Burada aşırı katılıyorum sana. Bu durum ikiyüzlülük ya da tutarsızlık olarak algılanıyor ne yazık ki. Oysa sadece basit bir tepki farklılığı. Karşımızdakine göre tutum değiştiriyoruz, hepsi bu. * Biz insanlar günün birinde hiçbir çıkış yolu bulamamak için yaşıyoruz aslında. İncelemedeki altın cümlelerden bir tanesi. Bir çıkış yolumuz varsa yaşamak için de bir umut var demektir. İnsanın ömrü umudu tükenince tükeniyor bir yerde. Umudu tükendiğinde hâlâ zoraki nefes almaya devam eden insan yalnızca süreci kısaltmak adına intiharı tercih ediyor olabilir, Roithamer gibi. * Yaşamlarımızdaki zihinsel olarak değişimlerin tamamı düzeltilerdir. Ama asıl düzeltiyi hep erteleriz diyor Roithamer'ın kendi de. Birini kavrayamamak o kişinin düzeltisine şaşırmaktan ibarettir. Bir diğer altın cümle de buydu. Kavrayamadığımız insanları yaftalamayı seçiyoruz. Tutarsız diye, deli diye, dengesiz diye. Ayrıntılı ve derin bir inceleme olmuş. Emeğine sağlık.
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Merve. Bir düşünce üzerine kritik yapmak her zaman en güzel olanıdır zaten. Kritik yapılmaya müsait bir yorum yazdığın için de ayrıca bir teşekkür etmek istiyorum. Açıklama istediğin yer hakkında; o kısımdan sonra, ilk başta bahsettiklerimi biraz daha açmaya çalıştım. Var olma kavramının zihinsel düzeydeki önemi ile ilgili aslında. Zamansal manada bir insan zihnimizde daimidir. Başka bir deyişle bir insanın zihnimizdeki varlığını zaman yok edemez. Özellikle bu insan kendimize çok yakın bulduğumuz biri ya da bir düşünce insanı ise onu tanıyan herkes (farklı çağlarda bile olsa, Aristo gibi mesela) onun zihinsel varlığını devam ettirmiştir, ettireceklerdir. Mesela başka bir örnek de şöyle, ben bu eseri okuyarak Bernhard'ı zihnimde diri tutmuş oluyorum. Fiziksel olarak Bernhard'ın kendisi yaşamda olmasa bile düşünsel olarak zihnimde varlığını sürdürüyor, muhtelemen hayatım boyunca da varlığını sürdürecek, çünkü en sevdiğim yazarlardan biri oldu kendisi. Salt evrensellik kavramı biraz da bir ütopya gibi, değil mi? Asla tam olarak gerçekleştiremeyeceğimiz, ama bunun hayali ile sarhoş olduğumuz bir fikir. İntihar bahsettiğin yönden bakılınca dehşet verici bir şey olmaktan çıkıyor, bir gereklilik haline geliyor. Bernhard da bu dehşet veren kavramın kimi insanlar için gerekliliğine dikkat çekmiş bir nevi. Kendilerine has, anlayamadığımız düzeltileri olan insanlar toplumun geneli için daima anlaşılmaz olmuştur. Toplum anlaşılmaz olanı anlayışla karşılamak yerine her zaman dışlamayı tercih eder. Bu da acı bir gerçek. Çok teşekkür ederim pek değerli yorumun için tekrardan.
•••MERVE••• okurunun profil resmi
Ne yazmışsın be. Ben sonuna kadar okuyamadım valla, sakin kafayla okuyacağım.
Nympheutria okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Merve, okursun daha sonra, acelesi yok :)
Selman Ç. okurunun profil resmi
"Hiçbir zaman öğrenilmez bir intiharın gerçek nedeni." #39225924 der Ferit Edgü Senin de değindiğin bir konu. İntihar edenlerle konuşabilseydik eğer intihar ile ilgili binlerce gerçek izlenim elde edebilirdik ama imkansız. Ve değindiğin bizim intihar hakkında konuştuklarımız varsayımdan ibaret kalır konusu. Peki intihara teşebbüs edip ölmeyenler, daha doğrusu ölmeyenler? Onları dinlesek mesela az çok gerçek biz izlenim elde edemez miyiz? İntihar etmeye karar vermek bir anlık olan bir şey değildir ve belki de yıllar alacak bir şeydir. Yaşadığın hayat adım adım seni o kararı almaya iter. Aynı Sylvia'da olduğu gibi. Bernhard'ın belki de en iyi yaptığı şey belki düşünülen ama söylenmeyen şeyleri tüm çıplaklığı ile suratımıza çarpması ve bunu kelimelerin yerlerini değiştirerek defalarca yapması. Anladığım kadarıyla incelenen karakter ölüyor ve sonrasında en baştan o intihar sürecine gelene kadar ki durum inceleniyor değil mi? İlk başta da yazdım ya intihar öyle bir anda alınacak bir karar değil diye herhalde bu işleniyor. Dediğin zihinsel olarak öldürememe konusu da net zaten. Buna itiraz eden olmaz herhalde. Öldükten sonra var olma düşüncesi de işte tam da değindiğin gibi yazar için yazmakdan, ressam için çizimden, şarkıcı için bıraktığı eserlerden vs. bu örnekleri çoğaltabiliriz. Peki bizler için nasıl olacak? Çoğu insan geliyor dünyaya, bir şekilde yaşıyor ve sessizce ölüp gidiyor. Bunlara var olmamış diyebilir miyiz peki? Bernhard'ın saldırmaları meşhur zaten. Eski Ustalar'da bolca var :) "Ona göre insanlar milletlerin ve ülkelerin prangaları altındadır." buna verilebilecek en güzel cevap "Coğrafya Kaderdir" olur sanırım. "bir tek insan onu tanıyan her insana karşı farklı görünür." Bu da doğru karşıdakinin algıladığı kadar varsındır. Hem duygularda hem de düşünceler de. Dediğin gibi herkese farklı görünmesi onun ikiyüzlülüğünü değil karşıdaki kişilerin algılama farklılığını gösterir. "Bir fikre kendini tamamen vermek olayı" uçlarda yaşama durumu mu? Gözlerin kör olması, o fikir veya düşünceden veya kişiden başka bir şeyi doğru olarak kabul etmeme durumu mu? İnşaat ve mimari konusunda harbiden de eski yapılar estetik açıdan ne kadar da güzel ya. Günümüze bakmayı hiç istemiyorum. Yine yapılmak istense çok güzel şeyler çıkar ama ekonomik kaygılar o kadar büyük ki estetiğe kimse önem vermiyor. Koca koca binaları dik, insanları tık içine tamam. Çıkış yolu bulma konusunda da "Tükene tükene yaşıyoruz, tükene tükene öleceğiz." yazmıştım #38099497 burada. Ve daha fazlası da var. "Yaşamak acı veriyor, sadece kendine değil herkese zararı varsa bu durumun neden devam etsin ki?" çıkış yollarını belki de karakter gibi çıkış yollarımızı yavaş yavaş kapatıyoruzdur. Eksik yorum oldu ama emeğine sağlık tekrardan.
Nympheutria okurunun profil resmi
Öncelikle çok teşekkür ederim Selman hocam, değerli yorumlarınız için. Sizi de zihinsel sancılar içersinde bırakabildi isem inceleme az çok görevini yerine getirmiş demektir :) İntihar konusunda kesinlikle hemfikiriz, intiharı tam olarak tarif etmek olanaksız. İntihar hakkında yazılan şeylerin gerçekliğini intihar etmeden öğrenmek de öyle. Eğer intihar ile öleceksek şayet o anda bunların hepsini düşünebilmek için yeterli zamanımız olacak mı bu da en büyük muamma :) Bundan bahsedince aklıma eski çağlarda yaşamış bir bilim insanı geliyor. Ölüm cezasına mahkum edilmiş bir bilim insanı çırağına, ölürken de bir deney yapmak istediğini, kafanın vücuttan ayrılmasından sonra hayatta kalıp (bir süre için de olsa) kalınamayacağını öğrenmek istediğini söyler. Eğer halen daha o anda yaşıyorsam sana göz kırpacağım der çırağına. İdam günü gelip çatar, idam gerçekleşir ve çırak hemen ustasının kesik başının düştüğü yere koşar, bilim insanının yüzüne bakar, ve o kesik baştan göz kırpılmıştır kendisine. Bu gibi, son anlarını gerçekleri öğrenmeye adayan biri olabilir ancak intiharı tam olarak anlayabilecek kişi, şeklinde düşünürken aklıma gelen kıssa bu oluyor hep. İntihar süreci, başka biri tarafından tekrardan baştan işleniyor, böylece biz de daha ayrıntılı görmüş oluyoruz bu süreci. Anlatıcımız geçmişe dönüp bakabilme, böylelikle daha kapsamlı tahlil yapabilme imkanına sahip oluyor çünkü, bu da biz okurlar için o süreci öğrenme konusunda büyük bir artı. Varolma konusunda Selman hocam, ben her insanın kendi içinde özel olduğunu düşünüyorum. En önemsiz gibi görünen insanlar bile öldükten sonra akılda kalabilirler tanıdıkları sevdikleri tarafından. Ama her insan özel olsa da bu özellik daha sınırlı olur, düşünce insanlarına nazaran. Bir düşünce insanı olup zihinsel olarak varlığı daha uzun ömürlü kılmak bana çok daha iyi geliyor açıkcası. Bir tanınma çabası olarak demek istemiyorum, hayatını düşünsel manada ciddi bir anlama bindirebilmenin güzel bir sonucu olduğunu söylemeye çalışıyorum. Hocam bir fikre hastalıklı olarak bağlanma aslında bu kitapta daha geniş bir anlama sahip. Aslında ilk bakışta bir fikre hastalıklı bir biçimde saplanıp kalmak, diğer tüm düşünceleri sorgulamadan reddetmek oluyor ama Roithamer bu işi pek öyle yapmıyor. Kendisine karşı gelenlere de argümanlar sunuyor kendisinin saplantısını elinden geldiğince anlatmaya çalışıyor. Ama tabii sonlara doğru bu durum iyice takıntılı bir hale gelmiş, bu da gözlemlenebiliyor eserde. İncelemede de bahsetmiş olduğum gibi cümleler kurulmaya başlanmış çünkü son sayfalarda. "Koni her şeydir" gibi tanımlamalara rastlanıyor son sayfalarda. Ama bu takıntıda da birçok anlam barınıyor elbette, Bernhard çok güzel bir şekilde aktarmış her zamanki gibi. İnşaat ve mimari konusunda ben de oldukça umutsuz hissediyorum hocam. Sokaklardan geçerken içime bir huzursuzluk siniyor, bir sıkıntı. Onlara boşuna beton yığını demiyoruz sanırım; neredeyse hiçbir estetik kaygıya yer verilmediğini açıkca görüyoruz çünkü. Mimari tasarım gibi şeyler ekonomik nedenlerle kısıtlanıyor. Sanat kısıtlanamaz hocam bana göre, böyle olunca da ortaya açıkcası zavallı şeyler çıkıyor. Bir beton yığını mesela ama az buçuk bir estetiklik verilmeye çalışılmış ama o da bir şeye benzememiş. Bu gibi örnekler çokca var çevremizde. Eski yapıların güzelliği artık yok maalesef. Eski yapılarda, inşa eden kişi sanatsal öğeleri birçok yere eklemeye uğraşırken bu şimdi yok denecek kadar az. Maalesef. Evet hocam tükenmek bizim doğamızda var, tükenmeden duramaz bir insan asla, en iyi (belki de en kötü?) ihtimalle daha uzun süre tükenmeden durabilir, ama eninde sonunda o da tükenecektir, çıkış yollarına kendi elleriyle taşlar koyacaktır. Çok teşekkür ederim Selman hocam tekrardan bu pek kıymetli yorumunuz için. Bu şekilde, bir eser üzerine kritik yapmak en güzel olan kitap yorumlama yöntemi gerçekten, bu imkanı sağladınız bana. Bunun için de ayrıca minnettarım.
1 sonraki yanıtı göster
mısra okurunun profil resmi
Sadık Hidayet de ilk intihar girişiminde kurtarılmış yıllar sonra ikinci girişiminde amacına ulaşmış İranlı bir yazar. Diri Gömülen kitabının ilk öyküsünde intihar etmeye çalışan kişinin psikolojik durumunu anlatmış. Kendisi intiharı sürekli düşündüğü için anlattıkları çok ilgimi çekmişti, okumanızı öneririm. Çok emek vermişsiniz incelemenize emeğinize sağlık güzel bir inceleme.
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim pek değerli yorumunuz için. Sadık Hidayet çokca duymuş olduğum ama henüz okuma şansı bulamamış olduğum bir yazar. Kendisinin eserlerine en kısa sürede başlamak istiyorum. Sizin tavsiyenizi de göz önünde bulundurarak en kısa zamanda Sadık Hidayet de okumaya başlayacağım. Teşekkür ederim tekrardan.
Selman Ç. okurunun profil resmi
Sonuna kadar okudum. Şimdi okuduklarımı hazmedip bir daha okuyacağım. Aykut bu ne böyle be kardeşim. Şu an sancılar içindeyim yemin ederim :) Tekrar okuduğumda daha detaylı yorum yapabilirim umarım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.