Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
7/10 puan verdi
·
10 günde okudu
ÖLÜM DE TEK KİŞİLİK, YAŞAM DA
Ödevim olmasından ziyade Türkali romanlarını hep başka bir keyifle okuyorum. Edebi olması bir yana, insanları hep mücadeleye çağıran romanlardır onunkiler. Bir Gün Tek Başına’da 27 Mayıs’a giden süreçte işçi sınıfının ve aydınların isyanlarını, bunalımlarını ve çıkmazlarını, Mavi Karanlık’ta mücadele ruhunun bezmişliğe ağır bastığını okursunuz. Yeşilçam Dedikleri Türkiye’de ise tarihsel bir kesitte Türkiye kapitalizminin çeşitli sektörlerde nasıl bir zulüm iktidarı kurduğunu, bunun yıkılmasının gerekliliğini işler yine. Tek Kişilik Ölüm ise farklıydı hepsinden. Beklediğim bir Türkali romanı değildi. Nasıl demeli? Kitabın genelinde, sanki tüm bu bahsettiğimiz kitapları o yazmamış gibi melankolik bir hava hakimdi. Mücadele yoktu, örgüt yoktu. İçe kapanıyordu Türkali. Denebilir ki Türkali romanı, sanatı buradan itibaren kopuş yaşamıştır. Sanatını topluma adayan, toplumsal mücadeleyi her safhada kalemiyle canlı tutan yazarımız, Tek Kişilik Ölüm’den itibaren bu mücadeleyi bırakmış diyebiliriz. Ancak sırada daha Güven olduğu için henüz kesin konuşmuyorum. Buna rağmen Tek Kişilik Ölüm’ün diğerlerinden çok farklı bir yerde durduğu belli. Şimdi neyi kastettiğimi anlatmaya çalışacağım(spoiler vardır). Her şeyden önce diliyle ve anlatımıyla anlarız. Normalde bu bahsi sona bırakacaktım, fakat şimdi bahsetmem pek yerinde olur. Dili daha çok ağdalaşmış. Bunu kesinlikle söyleyebiliriz ve bir yerden sonra rahatsız ediyor okuru. En azından beni etti. Dilde fazla mecaz, anlatımda yine gereğinden fazla iç monolog var. Bilinç akışı da artık görülüyor bir iki yerde. Türkali’nin bu romanında en büyük fark ise kişilerin iç hesaplaşmaları. Öteki romanlarına göre çok daha yoğun olan bu durum, dilinin ve anlatımının zor olmasının sebebidir. Olay zaten çok sınırlı, sadece hapishanede geçiyor denebilir. Olaydan ziyade kişilerin iç hesaplaşmaları öne çıktığı için, ben bunu ‘’hatıralar ve onlarla hesaplaşmalar kitabı’’ olarak nitelendirdim. Onun için Türkali’nin sanatı bu değildir, dedim. Ve halen de diyorum. Nedenini sanıyorum açıklamış oldum. Gelgelelim kurgusu pek fena değildi. Fena değil diyorum çünkü yine öteki romanlarına kıyasla bir basitlik var. Oğulları Levent (muhtemelen 12 Eylül sürecinde) idamla yargılanırken, anne babasına büyük bir karamsarlık hakimdir. Herkes birden ‘’eski devrimci’’ olup çıkmış, geçmişte yapılan yanlışlar, değerlendirilemeyen fırsatlar şimdi o eski devrimcilere tokat gibi çarpmaktadır. Babası Nazif zaten bireysel kıskançlığı yüzünden geçmişte arkadaşı Müslim’i polise ihbar etmiş, onun ölümüne sebep olmuş. Onun hatırası gözünün önünden gitmiyor, Levent’i düşündükçe kendisinin ne kadar dönek olduğu ve oğlunun ise ne kadar yürekli olduğu gerçeği iyice sarsmış onu. Eski karısı, Levent’in annesi Doktor Gülşen ise farklı yollardan geçmişiyle hesaplaşmakta. TKP’ye girdiği zamanları hatırlıyor Doktor, ne kadar saf ve aptaldı. Herkesin samimiyetine inanırdı, hiçbir şeyi sorgulamazdı. Elbet genel sekreterin bir bildiği vardı. TKP ise böyle insanların oluşturduğu bir topluluk olarak karşımıza çıkıyor böylece. Kitabın ilk bölümde Nazif’in hesaplaşması, ikinci ve son bölümde Doktor’un hesaplaşması var. Biz esas merceği Doktor Gülşen’e tutacağız. Doktor Gülşen; her şeyden önce devrimci değerleri giderek kaybolmuş, oğluna hak verir duruma gelmiştir. Onun şahsında TKP’yi anlatmaktadır Türkali. Yani yıllarca içinde yer aldığı partiyi bu sefer karşısına almıştır. Ben burada aslında Gülşen karakteri ile yazarın büyük benzerlikler taşıdığını söyleyeceğim. Ama değişen onlar, mücadele değil. Yarattığı Gülşen karakteri; onlarca gencin silahlı saldırılara karıştığı, anarşist eylemlerde bulunduğu 70’li yıllarda, o havaya kapılan oğlunu ve onun üzerinden Türk solunu anlatıyor. Daha doğrusu oğlunu anlamaya çalışıyor, haklı da buluyor. Oğlu, bahsettiğimiz dönemde ‘’devrimci demokrat’’ bir kanattan silahlı mücadeleye girişmiş, arkadaşlarıyla eylemlerde bulunmuş ve şu anda idamla yargılanıyor. Kendisi yılların TKP’lisi, oğluyla çok çatışıyor, ‘’revizyonist’’ diyor oğlu ona. Gülşen bunun üzerinden kendiyle hesaplaşmaya başlıyor. Tanıdığı eski partililerin görüşleriyle giderek oğlunun haklı olduğu kanısına varıyor. Meğer ne ihanet etmiş bize TKP(!) Haklı olan kim o zaman? Diyor. Elbette oğlum haklıdır. Araya giren bir sürü Kürt milliyetçisi söylemden sonra TKP’nin değil, oğlunun haklı olduğunu düşünüyor. Düşünmediği, yazarın da düşünmek istemediği bir şeyi kaçırıyorlar: Levent’in ucuz hayaller peşinde silahlı eylemlere giriştiği, devrim yolunun anarşist eylemlerden geçtiği düşüncesiyle insanların bedenlerini fütursuzca heba etmesi ihtimalini görmüyorlar. Mücadele ve sosyalizm orada duruyor, sen burada kendini heba ediyorsun, haklı olan bu mu? İşte böylece 12 Eylül’ün yarattığı ‘’sol karamsarlık’’ın nasıl inşa edildiğini okurlar çok sarih bir şekilde görüyor. Bunun bir adım ötesi elbette sosyalizm hedeflerinden sapma, liberal açılımları destekleme oluyor. 60-70’lerin nesli böylece içine düştüğü karamsarlıkla birbirini yiyecek, açlık grevlerinde can vererek kapitalizmin büyük zaferini kutlamış olacaklar. TKP’nin geçmişi iyidir, hoştur demiyorum. Kimin iyi ki? Elbette mücadele sırasında bazen gerileyecekler, ihanete uğrayacaklar, ama mücadeleyi sürdürecekler. Türkali, bu mücadeleyi sürdürenlerin karşısına liberalleri çıkartıyor, ‘’Bunlar haklıdır’’ diyor. TKP kötüdür, geçmişine ihanet etmiştir. O zaman hep beraber açlık grevine oturalım! Bu kitap 80 öncesi solun taraflı bir özeti, 80 sonrası solun ise ateşli zihniyetidir. O yüzden sayın okur, kitabı okumadan önce bir daha düşün. 80 öncesi solu da düşün, iyi araştırma yap. Yoksa yazarın liberal dönüşünü göremezsin. 80 sonrası solu da düşün, yazarın ateşli bir liberal sol savunuculuğuna düşmesini anla. O karamsarlık ortamında Türkali gibi birinin devrimciliğini muhafaza etmesini beklerdim, ama bu kadar oluyormuş. Yine de bu eseriyle onu gömmedim, devrimci mücadeleye ettiği katkıları unutmuyorum. Her ne kadar bir zamanlar kendisinin, şu zamanlarda da şahsımın iştirak ettiği mücadeleyi kötülese de onu bu kitaptan ibaret saymıyorum. Bu arada kurgusu fena değil demiştim ya, atladığım bir nokta daha var. Edebi olarak dili yoğun fakat kitabın kurgusu bir noktada donuyor. O noktadan sonra artık bir tarih anlatıcısı çıkıyor, Gülşen’in aklından geçenler üzerinden. Hah işte, ben o tarih anlatıcısını pek beğenmedim. Kurgu öyle lap diye kesilir mi? Sen roman mı yazıyorsun tarih kitabı mı? Tarih kitabı yazıyorsan kurgu yapmana hiç gerek yoktu, kaynakçanı vs. düzenleyip bastırırdın. Kurgu yapıyorsan da tarih kitabı yapma. Tarihi bilgileri arada serpiştirmek her zaman iyidir, kurguyu kesip o bilgileri okurun kafasına boca etmek ise asla. Okuyanlar görecektir, tam olarak böyle yapıyor yazar. O yüzden teknik açıdan da basit ve yetersiz bulduğumu söyleyerek incelememi sonlandırıyorum.
Tek Kişilik Ölüm
Tek Kişilik ÖlümVedat Türkali · Ayrıntı Yayınları · 2015528 okunma
··
182 görüntüleme
Ercan Ataseven okurunun profil resmi
Gülşen karakterinin uzun TKP tarihi anlatısı beni çok sıktı, çok gereksiz olmuş.
SonAy okurunun profil resmi
Şu an kitapla savaş içerisindeyim ve incelemenizi okumak yüreğime su serpti. Vedat Türkali'nin akıcı üslubunu bildiğim için acaba bu kitabını ben mi anlamadım. Anlamadım da o yüzden mi sıkıldım dedim kendi kendime. Biraz daha dişimi sıkıp bitirmek ve
Mavi Karanlık
Mavi Karanlık
kitabı ile bir kez daha yazarı okuma gayesi içerisinde olacağım.
Ercan Ataseven okurunun profil resmi
Kitabın TKP tarihi bölümünü okumadan atladım, siz de öyle yapın yoksa çok sıkıcı gelebilir. Ayrıca; yazarın Nazif (baba) karakteri nezdinde donekligini meşrulaştırma çabasından da nefret ettim ve yazarı defterden sildim. Donduysen döndün, mücadele eden insanlara neden çamur atarsın ki?!
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.