Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

64 syf.
8/10 puan verdi
·
24 saatte okudu
Kriton ve Etik
Ahlak üzerine felsefe yapmaya yani etik içine adımını atmaya başlayan birisi, muhtemelen birbirinden farklı çok sayıda ahlaki öğreti ile karşılaşacaktır. Bu durumdaki birisi de muhtemelen bu çoğul ahlakların dayandıkları değer, norm, inanç ve düşüncelerin göreli olduğunu düşünecektir. Gerçekten de Sofistlerin bu ilk gözlemlerden hareketle benzer bir düşünceye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin tek bir erdem arayan Sokrates’e karşı Gorgias herkesin kendi durumuna ve konumuna göre farklı erdemleri olduğunu savunur. Benzer biçimde Protagoras’ın “her şeyin ölçütü insandır” cümlesindeki "her şey"e ahlaki, dini, siyasi, estetik değerlerimiz ve onlar hakkındaki yargılarımız da dâhildir. Görüldüğü gibi Sofistler Grek felsefesinde insanı ölçüt kılan (homo mensura) bir felsefe tarzı geliştirirlerken aynı zamanda etik göreciliğin (relativizm) de ilk temsilcileri olarak ortaya çıkmaktadırlar. Ancak çok sayıdaki ahlaki öğreti ile karşılaşan başka birisi, bu göreliliği hazmedemeyip tüm insanlık için birleştirici olabilecek temel ve evrensel ahlak ilkeleri konumlamaya ve böylece kaotik nitelikteki mevcut çeşitliliği aşmaya da yönelebilir. Nitekim Sokrates, insanın ahlaksal yaşamını evrensel ilkelere göre düzenleyen bir rasyonel/evrensel ahlak geliştirme çabasıyla, felsefe tarihinde etik nesnelciliğin ilk temsilcilerinden birisi olarak görülür. Çünkü Sokrates ahlaksal yaşamda "tümel doğrular" olduğunu, bunların diyalektik ve maiotik (Sokratik doğurtma yöntemi) yollardan ortaya çıkarılabileceğini iddia eder. Platon’un Kriton diyaloğu ahlaki göreciliğe karşıt olan Sokrates’in bu tutumunun anlaşılması ve temellendirilmesi bakımından oldukça önemlidir. Diyalog, Sokrates ile onun en yaşlı dostu Kriton arasında büyük bir mahremiyet içerisinde geçer. Kriton diyalog boyunca ölüme mahkûm edilmiş ve cezasının uygulanmasını bekleyen Sokrates’i hapisten kaçmaya ikna etmeye çalışırken, Sokrates ahlaki bir tutarlılık içerisinde logos’a uygun biçimde hareket edilmesi gerektiğini savunur. Kriton, ilkin Sokrates için idamdan kurtulmanın gayet kolay olduğunu dile getirir, çünkü hapisten çıkarmak için ödenmesi gereken meblağ, temin edilebilecek bir miktardır. Sokrates, kaçmadığı takdirde ölüp gidecek ve Kriton yerini bir başkasının dolduramayacağı aziz dostunu yitirmiş olacaktır. Dahası, insanlar onun parasını Sokrates'ten esirgediğini, dostunu kurtarmak için harcamaktan kaçındığını söyleyeceklerdir ki bu da Kriton için neresinden bakılırsa bakılsın, utanç verici bir durumdur. Kriton ayrıca Sokrates’in kendisine ve çocuklarına ihanet ettiği, ayrıca herkes tarafından bir korkak olarak değerlendirileceğini de ifade ederek, elindeki tüm argümanları kullanır. Diyaloğun geri kalan kısmında Sokrates, niçin hapisten kaçmaması gerektiğini Kriton' a kanıtlamaya çalışır. Sokrates ilk başta, çoğunluğun kanaatlerinin önemli olmadığını, onlara itibar edilmemesi gerektiğini belirtir. İtibar ve kanaat Yunancada aynı sözcükle ifade edilir: doksa. Buna karşılık Sokrates'in başvurduğu logos bazı kanaatlerin iyi ve bazılarının kötü olduğunu söyler. Bilenlerin kanaatleri iyi, cahil çoğunluğun kanaatleri kötüdür ve bu nedenle herhangi bir saygıya layık değildir. Dolayısıyla Sokrates aklın sesini dinlemek gerektiğini, geçmişte akılla ulaşılan ilkeleri göz önünde bulundurarak hareket etmeyi teklif eder. Çünkü o, diğer alanlarda olduğu gibi etikte de akıl yürütmeye, kanıtlamaya inanır ve bilgiyi arar. Kendisinin öne süreceği argümanlara karşılık, Kriton’un itirazı olduğunda söylenenleri dinleyeceğini ve haklı çıkarsa Kriton’un teklifine uyacağını belirtir. İşte Sokrates’in bu tutumu, Sofistlerden farklı olarak, evrensel ahlaki değerler olduğunu ve bunlara akıl yoluyla ulaşılabileceğini varsayar ki bu da felsefi bir alan olarak etiği mümkün kılar. Sokrates diyalog boyunca eğer yasayı çiğneyip Atina'yı terk etme kararı alırsa üç şekilde suç işleyeceğini savunur. İlk olarak, Sokrates yasalar çerçevesinde dünyaya getirildiği ve yetiştirildiği halde yasalara itaat etmiyor olacaktır. İkincisi Sokrates geçmişte yasaların yanlış olduğunu düşünüp, bu konusunda düşüncelerini açıklayarak onları değiştirmeyi önermemiştir. Üçüncü olarak, Sokrates doğru olacağını düşündüğü yasalar konusunda insanları inandırmakta ve yasaları yerine getirmekte özgür iken bu ikisini de yapmamıştır. Bunların yanı sıra Sokrates, Kriton’un öne sürdüğü gibi hapisten kaçmasının kendisine ya da ailesine bir faydasının olmayacağını da savunur. Sokrates öyle güçlü bir tutarlılıkla logos’tan hareketle akıl yürütür ki, Kriton söyleyecek hiçbir söz bulamaz ve Sokrates’i ikna edemeden ayrılmak zorunda kalır. Görüldüğü üzere Sokrates için asıl önemli olan şey hapisten kaçmanın adil olup olmadığıdır. Kriton'un öne sürdüğü tüm diğer değerler, ancak tutarlılık ile mümkündür. Ölüm bile bu düşünceye kıyasla önemini kaybetmektedir. Bu bağlamda Kriton diyaloğu, hem toplumsal ahlaktan farklı olarak etik yaklaşımı ortaya koyması hem de ahlakın göreciliğine karşı ahlaki meselelerde nesnel bir sonuca ulaşılabileceğini savunması bakımından önemlidir. Bunun yanı sıra diyalog, etik ile ilgili akıl yürütmenin bir başkası tarafından benimsenebileceğini savlayarak, felsefi bir alan olarak etik bilgiyi mümkün kılar. Sokrates’in savunduğu tüm bu fikirler, çoğu insanın gözünde argümantasyonunun bir sonucu olarak çekinmeden ölüme gitmesiyle haklılığını kanıtlamıştır. Nitekim Epiktetos da böyle düşünür: “Sokrates’in kendisini kurtarmaktan vazgeçerek ve adalet için ölerek söylediği ve yaptığı; kurtulduktan sonra söyleyeceği ve yapacağı işlerden çok daha faydalıdır.”
Kriton
KritonPlaton (Eflatun) · Say Yayınları · 20171,998 okunma
··
642 görüntüleme
Pierre Rivière okurunun profil resmi
Oliver Sacks’ ın, “Karısını Şapka Sanan Adam” kitabının “Kayıplar” bölümünde “Başkan’ın Konuşması” başlıklı bir metin var. Bu metnin giriş kısmını alıntılayarak bir şeylere başlayacağım ve ara ara aynı metinden kimi anahtar ifadeleri de kullanarak yola devam edeceğim. Metin şu şekilde başlıyor: “Ne olmaktaydı? Afazi koğuşundan, tam da Başkan'ın konuşması sürerken, kahkaha sesleri geliyordu ve hepsi de Başkan'ın konuşmasını dinlemeye istekliydiler. Önceden çalışılmış tumturaklı konuşması, aşırı coşkunluğu, duygusal çekiciliği ile eski aktör işte oradaydı ve tüm hastalar gülmekten katılıyordu. Bazıları dışında kimileri şaşkın, kimileri bozulmuş, bir veya ikisi endişeli ama çoğu eğleniyor görünüyordu. Başkan, her zaman olduğu gibi dokunaklı ve etkileyiciydi ama onları açıkça güldürüyordu. Ne düşünüyor olabilirlerdi? Onu anlayamıyorlar mıydı? Ya da onu fazlasıyla iyi mi anlıyorlardı?” Bunun aklıma gelme sebebi ise şuydu, gerçekten bu dramatik de denebilecek kadar ahlaki duruşunu koruyan kişiye gülebilir miydik? Yahut Aristofanes bu sahneden bir komedya çıkarabilir miydi? Eğer Sokrates’in sınırlarını belirlediği alanın içerisinde hapsolmuşsak yahut yine bu alanın içerisinde sayabileceğimiz karşısında onun tarafından inandırılmayı bekleyen bir konumlanışta elbette onun saygınlığı karşısında eğilerek ve belki de gözyaşları içinde bu kutsal davranışı yüceltirdik. Okuduğumdan beridir Başkan’ın Konuşması sıklıkla aklıma gelir, hayatımızda ateşli konuşmalarla ve tutarlı ilkeleri savunuşla sık karşılaşmaktayız nitekim. Burada geçen afazi hastalarını kısaca, anlam vurgusunu kelimelerden ziyade ifade ediş biçimindeki doğallık derecesine göre yapanlar olarak değerlendirelim. Bunun bizim için şu açıdan önemi var: Platon’un idealizmi ve bu idealizmin de en iyi biçimde ancak insani vurgusundan arınmış bir metin içerisinde yankısını bulabilirliği. Ancak burada bir sorun karşımıza çıkıyor kabul ediyorum: bu olay gerçekte bu şekilde vuku bulmuş olabilir, bunun her ne kadar önemi olmasa da; burada yine söz konusu olan insandır metinden ziyade ve insanın etik özneliğinde meseleye yaklaşılır. Ben yine de Aristofanes’i güldürmeyi deneyeceğim. Çünkü bu özne oluşta hakikat insandan ayrıdır ve insan boyun eğmektedir. Burada, her şeyin belirlendiği bir zeminde öznelik meselesinin mümkünlüğünü düşündüğümüz vakit, ideale göre konum alışların bir öznelik teşkil edip edemeyeceği sorusu karşımıza çıkar. Özneyi, eyleyişi gerçekleştiren olarak düşündüğümüz vakit buradaki etik öznelik durağanlaşmıyor mu ve Sokrates gibi bir sınır çizgisinde sona ermiyor mu? Bizim özne oluşumuz ve eyleyişimizse henüz ideale varmamış olanlar olarak ideale doğru yol alıştan ibaret, Sokrates’in kapalı kabının içerisinde eyliyoruz varamasak bile nihai ideale. Belki kabın içinden çıksak dahi kabın içerisinde olduğumuzdan daha fazla yol alamayabilirdik yine de, ancak bir sınır çizgisinin yokluğu düşünsel olarak bizi bir takım kısıtlamalardan da azade kılacaktır. Sınır çizgisinin varlığı yahut ideal olarak belirleniş bizi insani tondan ve insani vurgudan azade kılar ve bu saikle yol alırsak etik öznelik mümkün müdür yahut ne derece mümkündür? Elbette insanı tümüyle özgür bir varlık olarak yahut zorunlulukların dışında bir varlık olarak ele almıyorum burada, aksine belirişimiz, belirli koşullar altında ve onların etkisiyle olan ilişkilerimizde mümkündür. İnsan ideal varlık olduğunda yahut Sokrates olduğunda hâlâ dinamik biçimde eyleyen midir ya da Sokrates’e yol alış bizim eyleyen bir özne olduğumuzu ifade etmeye yeter mi, sonuçta hakikate göre yargılanmıyor muyuz? İdealize oluşun son kertede insani tondan, vurgudan yoksun kalış olduğunu söylemek mümkün değil midir? Afaziklerin kahkahası nerede yankılanıyor? Başkan’ın konuşması, epey bir başkanın da konuştuğu gibi bir ideali vurgulayan tüm bulanıklıklardan arınmış bir konuşma olabilir ma komedi şuradaki ona gülenler afazikler, bulanıklıklardan arındıranlar ona gülmekte. A-fuzzy (A.Alatlı’dan ödünç) olarak düşünüldüğünde bulanıklık yokluğu tuhaf şeylere yol açıyor burada; idealize etmek her şeyi berrak biçimde ortaya koymanın amacıyken ortalığı bulandıran şeyin de ta kendisi, insan kendi vurgusundan arındığı vakit karşımızda olandan emin değiliz ve tam da o anda söylemin kendisinin en saf hâliyle karşı karşıyayız, dili insandan ayırdığımızda, dilin saf olarak ifade ettiği hakikate yöneldiğimizde saflık ayan olarak görülür. Ama dil insanın içerisinde taşınmakta ve insanla mümkün, afazikler ayırmadığı için dramatik sayabileceğimiz bir durum komedinin ta kendisi olabiliyor. Kuşkusuz metni okuyan afazikler gülmeyecekti ama Sokrates’i dinleseler gayet gülünç gelebilirdi. Konuşmayı sadece kelimelere/söze indirgediğimizde duygu seli içerisinde bile kalarak tümüyle katılabiliriz ona, hatta metnin içerisinde bir çelişki bile bulamayabiliriz ve ideale göre zaten bulmamalıyız da. Sokrates, senin de belirttiğin biçimde logosa uygun olarak, evrensel ilkeye göre düzenlenmiş bir etiğe göre tutarlılık içerisinde kusursuz olarak yol almakta. Bunun rasyonelliğini sorgulayamaz mıyız peki? Kendi sınırlı düzleminde ilk kabul noktasından hareketle rasyonel yol alış, ilk kabul noktasının irrasyonel oluşunu da içermiyor mu sence de? Bir düzeni inşa etmek için yahut da düzeni kavramak için her şeyin anlamını ona göre belirlediğimiz ilksel referans sonsuza değin bir yanılgıya mahkûm kılmaz mı bizi? Bizim kabul ettiğimiz yasayı kabul edişimiz ne derece bizdendi ve yasaya boyun eğişi hangi içsel şeydi mümkün kılan bize ait? Statik noktalar belirleyerek yol almanın rasyonelliği de epeyce tartışılabilir, dinamik bir kavrayışın mümkünlüğü de… İlişkiler ve ilişkisellikleri sınamaya tabi tutmaksızın bir kavrayışın neden Sparta yasasını üstün olarak gördüğünü de anlayabiliriz, o şekilde yaşamak daha kolay sanki; hüküm baştan verilmiş, sadece uymak ve uyduğuna göre eylemek kalıyor sana… Kişiliğini yok etmek yahut onu yeterince iyi gizlemek… İdealin görünürde aynı olan iki hâli… İdeal bir görüntüyü (elbette burada yeni bir kişilik var) bu iki kisve altında da canlandırabiliriz. İlki Sokrates, ikincisi afaziklerin güldüğü Başkan olabilir gayet. Ancak söz konusu olanın insan olduğunu bildiğimize göre bir Sokrates’in mümkün olmadığını da biliyoruz, saf sözlerden ziyade duygularımızla ve sakarlıklarımızla da eylemekteyiz, Aristofanes bunlardan birini yakalayabilir. İdeal sadece bir yansı, biz ise her ne kadar sonsuz değilsek de sonsuz bir anlayışın parçası değil miyiz? İdeale göre belirlendiğimizde; afazi hastalarla nasıl mekanik bir sesle yüzden yoksun, insani tondan yoksun konuşmamız gerekiyorsa bizimle konuşulan biçim de bundan farksız. Ama bir kere gördük mü değişir işler, bu arada hasta olduğunu unutan kim düşünmeli? Afaziklerin insani tona yönelimi de idealizmin insani tondan gayrılığı da bir şeyleri karıştırıyor, ama ikincisi daha çok çünkü insanız ve anlamadıklarımızı bile kavrayabiliriz. Söz hakikati taşıyabilir, insanın sesiyle ifadesini bulduğu vakit hakikat sesten ayrı değildir. Sesin ve insanın ayrıntılarındadır hakikatin asıllığı, felsefeyi bir kere daha yeryüzüne indirelim, Sokrates’ten ayrı biçimde o gökten yere yuvarladı, biz ise buradan yükseleceğiz sofist atalarımızla birlikte. Şayet bir referans alacak olursak elbette bu insanın kendisi olacak, sözle ve diğer insanlarla ilişkiselliği içerisinde. Söz bizim için en az şeyi taşıyacak belki de... Sözün tüm anlamını yitirebildiği ve birbirinden tümüyle farklı hakikatleri de aynı tutarlılık içerisinde ifade edebildiğini Raşomon kapısında görebildik. Kimin hakikati (evet tek değildi hakikat) hakikatti yahut bunun önemi var mıydı? Kendisini yıkan yahut yapan insan ifadelerini de gördük orada. Üstelik hakikate sebep olan hayduta göre kadını görmesini sağlayan esintinin yol açtığı yaprakların aralanmasından sızan ışıktan da kaynaklanıyordu, diğerlerini de saymama gerek yok. İnsana göre oluşların hakikat (yine de burada çoğulu düşünelim) karşısında yol açtığı yıkım manzarasının nihayetinde bebek vardı, insana göre bitmişti yine film. İnanacağımız tek gerçeklik. Yazılı bir metinde yahut retorikte her şeyin mutlak ifadesi mümkün, insandan ayırırsak tabii bunu ve bu ayırma işlemini de yine insanla birlikte yapıyoruz. Suyu kendimizle bulandırıyoruz. “İşte Başkan'ın konuşmasının ikilemi. Biz normaller –kuşkusuz kandırılma isteğimizin de katkısıyla- gerçekten kandırıldık (Populus vult decipi, ergo decipiatur) ve hileli olarak yanıltıcı kelime kullanımı ve ses tonu birleştiğinde sadece beyin hasarlı olan bu hastalar kandırılamadılar.” İdealizmi her ne kadar rasyonel ilkelerle yol alsak dahi kandırılmadan (düzen inşa etme de bundan farksız) farklı görebilmemiz için elimizde ne var bizim? Protagoras’a katılıyorum haliyle burada. Metnin sunduğu olanakları yok saymıyorum tabii, ve sevmek için yaratılmış bu adamı da ayrıca seviyorum…. Şimdilik bu kadar ama daha da eşmek istediklerim var elbette...
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Teşekkürler, çok güzel kapılar açtı bu yorum, birbirimizi daha iyi anlamamızı kolaylaştıracak. Lakin ben ancak yarın akşam cevap yazabilirim, o zamana kadar hem yazdıklarınızı iyice sindireyim hem de sorumluluklarımı yerine getireyim. Şimdilik, iyi geceler.
5 sonraki yanıtı göster
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Sevgili dostlar https://1000kitap.com/althusser ve
Pierre Rivière
Pierre Rivière
benden daha politik bir inceleme beklediğinizi biliyorum ama özellikle
Leo Strauss
Leo Strauss
'un kitaplarını biraz karıştırdıktan sonra, buna başka bir zamanda ayrıca girmenin daha iyi bir seçenek olacağını düşünüp, şimdilik felsefe bakımından daha özcü bir incelemeye girişmeyi uygun buldum. Umarım bir faydası dokunur.
Pierre Rivière okurunun profil resmi
Elinize ve yüreğinize sağlık Hasan Hocam öncelikle... Evet daha politik bir zemine çekebilirdik ve yine bunu yapabiliriz seni de yoldan çıkararak :)... Söz konusu metnin içeriği, salt bulunduğu çağa indirgenemeyecek ve asla güncelliğini kaybetmemiş olan tartışmayı ve konumlanışları da taşıyor (yakın bir güncel mesele olan Cumhuriyet Gazetesi davalarında A.Atalay ve C.Dündar'ın tutumlarını dikkatle düşünen epey bir kesim olmuştur tahminim). İçerik doğrudan pratiğe yönelik olduğu için sen istesen de bu politik zeminden kaçıramazsın ya... Şunu belirteyim ama incelemen bizim için düşünsel referans noktalarını da hayli güzel biçimde işaretlemiş durumda. Burada Sokrates örneği kendi ahlâk anlayışı açısından kusursuz ve tutarlı bir örnek teşkil etmekte . Ancak biz yine de sonlu (kapalı) yahut sınır inşa eden bir sistemin kendi içindeki iç tutarlılığın mümkün ifadenin tümünü içeremeyeceğini de göz önünde tutarak metni eleştiriye de tabi tutacağız. Sokrates'i içimizde bir yerde yine de yücelteceğiz elbette, etik özneliğini (bizim özneye yaklaşımımız saklı kalmak koşuluyla) de düşünsel olduğu kadar duygusal referans olarak aldığımız için...Teşekkürlerimle...
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Madem ki politik yorumdan kaçışımız yok o zaman bu yorum altında işe girişebiliriz. Strauss kitabında değer ve bilgi arasındaki ayrımdan hareketle Sokrates'in tutumunu okumaya çalışıyor: #41076240 Örneğin günümüzde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan birçok ifade bilgi değil değer üzerine kuruludur. Şimdi denilebilir ki, bu değerler sınıflar arasındaki mücadelenin bir tezahürüdür, kesinlikle katılırım. Ancak anladığımız kadarıyla Sokrates meseleye bir sınıf açısından yaklaşmaz. O farklı kent-devletleri farklı değerlere sahip topluluklar olarak görür. Örneğin Sparta koruyucu sınıfın (gövde) değerleri üzerine temellenmişken Atina yönetici sınıfın (akıl) değerleri üzerine kurulmuştur. Sokrates kendi yaşantısı içerisinde bundan hiç şikayet etmemişken, şimdi sırf işin ucunda ölüm olduğunda bu değerden caymayı kötü bir yaşantı olarak görür. Bu arada Antik Yunanlılarda iyi yaşam (eu prattein) hem "iyi eylemek" hem "iyi hissetmek" anlamına gelir. Dolayısıyla Sokrates için bundan sonra iyi yaşamın tek bir yolu kalmıştır, o da iyi bildiği biçimde eylemek. Gördüğünüz üzere, her fırsatta sınıftan uzaklaşıyorum :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.