YAPTIK AMA BİR SOR NİYE YAPTIK!!
Suda başlayıp suda biten bir hikaye. Oysa bizim hikayelerimiz toprakta başlayıp toprakta biter.
Kimliksiz, gölgesiz, dilsiz, derisi kabuk bağlamış Adile. Hiçbir şey istemeyen, beklemeyen, ucube bir yaratık, ifrit Adile.
Oysa biz insanız. İçimizden kaçan yılandan kusarak kurtulabileceğimizi sanmak gibi bir yanılgımız var.
Biz iyiyiz, biz onurluyuz, biz mükemmeliz.
Yalan da söylüyoruz belki.
Cinayet bile işliyoruz hatta.
Kul hakkı yiyoruz, hırsızlık yapıyoruz. Ama hâlâ günahsızız, kusursuzuz.
Çünkü YAPTIK AMA BİR SORUN NİYE YAPTIK!!
Hep o şeytan yüzünden..
Hoş, günah keçisi olmak onun hoşuna gider muhakkak ama bizi kusursuz, bizi günahsız, bizi mükemmel yapmaz.
İsrafil..
Duymanın anlamak olmadığını öğretiyor. Ve hissetmenin çok başka yollarının da olduğunu. Koku almanın ya da dokunmanın bazen kulak yerine de geçebileceğini öğretiyor.
Melek gibi de olsan, bir lanetin ortasında yanıp tutuşmanın ne demek olduğunu öğretiyor.
Nasıl susarak, hiçbir şey yapmadan günah işlenebileceğini, gözümüzü kapatmanın çare olmadığını, sonsuz bir ön yargıyla görmezden geldiğimiz zaman, temiz kalamayacağımızı öğretiyor.
Hayal bile edemeyeceğim kadar dipte buldum kendimi. Hatta bazı kısımlar, korku filminden farksızdı okurken.
Vicdan nedir?
Vicdansızlık nedir?
Kapılar insanın yüzüne nasıl kapanır?
İçeride kalanlar, daha mı üstün dışarıdakilerden?
Efsanelerle örülü, çok farklı bir anlatımla, yazar, bütün bu soruları zihnime çakıp gitti.
Kapıları kapattık.
İçimizdeki fesatlık tohumunu yeşerttik.
Birileri mutlu olunca, yüreğimizi kemirdi çekememezlik.
Yardım etmedik.
Anlamaya çalışmadık.
YAPTIK AMA BİR SORUN NİYE YAPTIK!!
Hep o şeytan yüzünden..
Yazarın anlatımı o kadar güçlü ki ; İsrafil 'in paslı bir çiviyle duvara çizdiği resimlerden, öldürdüğü için kahrolduğu balığın kokusuna kadar her ayrıntıyı bire bir hissettim.
Karakterler o kadar ayrıntılı anlatılmış ki okurken seslerini bile duyabilirsiniz. Tabi İsrafil' in sesi hariç..
Hem fantastik, hem mitolojik, hem gerçekçi. Nuh 'un gemisinden, çarmıha gerilmiş İsa' ya, Nemrut 'un yaptırdığı Babil kulesine kadar, her anlatılan bir hortum gibi etrafınızı sarıyor.
Babaannemden duyduğum bir hikayeyi hatırladım okurken.
Bir adam, bir gece, karşısına çıkan ilk kişiye sadaka vermek niyetiyle evinden çıkıyor. Ve sadakasını verip dönüyor.
Sabah bütün halkın ;" Bu gece bir hırsıza sadaka vermişler!" diye konuştuğunu duyunca yaptığı iyilik yerini bulmadı diye üzülüyor.
Ertesi gece tekrar çıkıyor, rastladığı ilk kişiye, bir kadına sadakasını verip dönüyor.
Sabah, işine giderken, yine benzer konuşmalar çalınıyor kulağına ;" Bu gece de bir fahişeye sadaka verilmiş, olacak şey mi?!" Daha beter üzülüyor, bu sefer de olmadı diye.
Ve üçüncü gece, tekrar çıkıp sadakasını verip dönüyor. Ama sabahında daha büyük bir sürprizle karşılaşıyor. "Biri bu gece bir zengine sadaka vermiş, pes artık!!" diyorlar.
Çok üzülen adam bir rüya görüyor, sadakanın, yani yaptığı iyiliğin, kimde ne şekilde yankı bulacağını bazen veren kişinin dahi bilemeyeceğine dair.
Hırsız ve fahişe, yaptıkları kötülüğe ve günaha hiç bakılmadan, kendilerine iyilik yapıldığı için vazgeçiyorlar hatalarından.
Sadaka verilen zengin kişi de aslında bunu kendisinin de yapması gerektiğini anlayıp o da insanlara yardım etmeye başlıyor.
Şimdi kim diyebilir ki bu adam yanlış kişilere iyilikte bulundu diye..
İyiliğin rengi yoktur, sınırları yoktur. Ön yargısı yoktur. Belki de tüm bunlardan öte bir hassasiyet taşır içinde.
Ve unutmamak lazım ;
"Tanrı bizim kusur sandıklarımızı seçtiklerine dağıtmıştır ; taşıyabileceklere, kendi çarmıhını sırtlanan Mesih gibi.. "
Keyifli okumalar.. :)