Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

2267 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
14 günde okudu
Kadim Sorular
"Üç bin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz; günü gününe yaşar ancak." Goethe Kitabın tanıtımındaki bu sözle incelemeye başlamak istedim. Goethe'ye bir yandan hak veriyorum; öte yandan da insan üç bin yılın hesabını görse dahi yolunu bulamayabilir hatta bembeyaz bir sonsuzlukta kaybolabilir. Öncelikle şunu belirtmeliyim ve yazara hakkını teslim etmeliyim; kitap büyük bir çalışma ve birikimin eseri. Bununla beraber belki de yazara yapacağım tek eleştiri şudur: Yazar felsefenin Antik Yunan'da doğmadığını yani Antik Yunan mucizesi söylemine katılmıyor. Antik Yunan'in coğrafi konumunun sayesinde birbirinden farklı medeniyetlerle iletişim halinde olması, yönetim şekillerinin uygunluğu ve refahın yüksek olmasının felsefede gelişmelerinde etkili olduğunu söyleniyor. Gayet mantıklı tabiki bu söylem. Bununla beraber Doğu'da felsefi akımlarin olduğunu da ekliyor. Ancak yazar bu konuda bence duygusal davranmis ve orta yolcu bir söylemde bulunarak felsefenin doğuşunda öncü olma pozisyonunda Antik Yunan'in yanına Doğu'yu da monte etmek istemiş. Doğu felsefede yazarın dediği gibi öncü olsaydi sanırım bu kitabında Doğu'ya da oldukça fazla yer vermesi gerekirdi. Eğer felsefe tarihi üzerine bir kitap okumak istiyorsanız bence Ahmet Cevizci'nin bu eseri doğru adrestir. Çünkü yazar, olabildiğince açık ve anlaşılır şekilde felsefi akımları anlatmış olmakla beraber, filozoflarin görüşlerini anlatırken 'etiği, metafizigi, politik yönü...' gibi küçük konu başlıklarına ayırarak olası bir dağınıklığın önüne en baştan geçmiş. Ayrıca, anlatımında yer yer geçmişe dönük atıflar yoluyla o an anlattığı filozofun etkilendiği akımla, kişiyle bağlantısını başarılı şekilde kurarak okuyucunun felsefi akımlar ve Filozoflar arası bağlantıyı görmesini sağlamış ve bu da oldukça faydali bir yöntem olmuş. Tabiki, isim isim ve ayrı ayrı her akımı, filozofu anlatamam incelemede ki her akımı yüzde yüz anladığımi daha doğrusu anlatabilecek şekilde özümsedigimi iddia edemem. Ancak genel hatlarıyla felsefinin nasıl bir seyir izlediğini kendimce özetlemek istiyorum. İnsanlığın kadim soruları nelerdir? "Önümüzdeki sınavda hoca nereden soracak?" "Sağlık Bakanlığı atama yapmayı düşünüyor mu?" "Ocakta yemeğin altı yanıyor muydu?" gibi sorular değil tabiki. - Neden yokluk yerine varlık var? - Varlık denilen şey nedir? - Varlık var mıdır gerçekten? - Varlığın özü nedir? - Hayatın anlamı nedir? vb daha da uzatabilecegimiz bir listedir bu sorular. Nereden gelip nereye gittiğini merak eden insanın düşüncelerinin ürünü olan sorular ve ona tarih boyu farklı farklı cevaplar vermeye çalışan filozoflar... Aslında bu sorular üzerine düşünmek için veya yeni sorular sormak için 'filozof' olmaya gerek yok. İhtiyacınız olan şey sonsuz bir merak duygusu sadece. Antik Yunan felsefisi varlığın özü ile daha çok ilgilenmiş ve onlar varlığın hiclikten gelmiş olabileceğine ihtimal dahi vermemişler. Varlığın özü olarak töz, arkhe, ateş, su, atom gibi birbirinden farklı şeyler öne sürmüşler. Yunanlılarda diğer önemli nokta Tanrıyı felsefenin içine büyük oranda sokmadıklarini görüyoruz. Açıklamaya göklerde değil yerde aramışlar diyebiliriz. Antik Yunan'da felsefenin temel taşı saf meraktır. Yani, bir fayda sağlamak için veya bir şeyi kanıtlamak için felsefe yapmamıslar. Felsefenin antik Yunan'da seyrini değiştiren iki etken isim verilebilir sanırım: Sokrates ve Platon. Hatta Aristoteles ile beraber bunu üç yapabiliriz. Sokrates kendisi yazılı eser bırakmamis ki buna da karşı çıkmış sanırım. Öğrencisi Platon tarafından yazılanlar neticesinde Sokrates hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Sokrates ile beraber Yunan felsefesinin seyrinin değiştiğini görüyoruz. Zaten sınıflamada bile kendini belli ediyor bu durum: Presokratikler, Sokratikler vb... Sokrates'in fikirlerinin üzerine felsefesini oturtan Platon ile beraber sistematik felsefe başlıyor. Bunun öncesinde Antik Yunan'da temel bir tartışma konusu olan varlığın veya maddenin değişmez olup olmadığıdır. Herakliatos'un başını çektiği grup varlığın ve maddenin değişmekte olduğunu iddia etse de başlarda Parmenides ve Elia Okulunun varlık vardır ve değişmez öğretisi daha baskın gelir. Yazarın da vurguladığı nokta; Elia Okulundan sonra felsefe Elia okulunun fikirlerine katilmak veya katilmasa da ondan tam bağımsız olamamakla beraber kendi fikirlerini az veya çok ona yaslanarak oluşturmak olarak seyretmis. Platon'a geri dönecek olursak, Sokrates'in toplumunu değiştirme çabasının devamını Platon getirmiş diyebiliriz. Bu durumda bir etken de yazara göre, dönemin politik, sosyal durumudur. Çünkü gelişen savaşlar,değişen sosyopolitik düzen neticesinde eskiden saf merak ile çevrelerini, kendilerini anlamaya çalışan filozoflar ister istemez değişen ve çoğunlukla bozulan sosyopolitik düzenin düzeltilmesi için felsefe yapmaya başlamışlar. Bunların başında gelen Platon, varlıklar meşhur idealar dünyası ile aslında kendisi de farkında olmadan Ortadoğu Dinlerinin mihenk taşı, temeli olmuştur. Platon, varlıkların anlasilabilmesi için Thales'in başını çektiği felsefecilerin 'varlığın özüne doğanın içinden cevap bulmak' fikrini 'varlığın özüne öte taraftan cevap bulmak' şeklinde değiştirmiştir. Öte taraftan kastım; görünmeyen doğanın dışı olan yani metafiziktir. Platon'a göre masa'nin masa olabilmesi için masa ideasinin olması lazım. Keza iyi için de kötü için de bu aynı şekilde geçerlidir. Bu arada kıtabin ilerleyen bölümlerinde iyi ideasinin Tanrılaştırıldığını görüyoruz. Platon politik olarak da yine idealar düzenine gider; ona göre devleti bilge bir filozof yönetmelidir. Platon ve diğerlerinin one sürdüğü, destekledikleri varlık hiyerarsisi birçok filozofun etkilendiği temel bir yapı olacak. Keza Aristo'nun ilk muharrik ve ideal orta fikirleri de aynı şekilde kendisinden sonra gelenleri etkileyecek. Öte yandan şehir devletlerinin yerini merkezi devletlere bıraktığı zaman Epikurusculer gibi felsefeyi politik dışı ve toplumcu düşünmekten ziyade bireysel düşünen felsefi akımlar da gelişiyor. Epikuros daha çok insanların bireysel olarak nasıl mutlu olacaklarına yönelik ve buna bağlı olarak kadim korkumuz ölüm korkusundan nasıl siyrilabiliriz gibi konularda felsefe yapmış. "Ben varken ölüm yok, ölüm geldiğinde ben yokum, haliyle ölümden korkmaya da gerek yok" sözü meşhurdur. Antik Çağın felsefesinin temelini merak teşkil ederken, Ortaçağ felsefesinin temelini ise Tanrı kavramını mantıklı olarak temellendirmek ve onun varlığına mantiki argumanlar oluşturmak teşkil etmiştir. Yeni Platonculardan Plotinus Ortaçağa gelmeden, Platon'un fikirlerinden Tanrıyı hem her şeyin kaynağı ve hem de insanların kendisine donecekleri yer olarak gösteren felsefi bir öğreti geliştirmistir. Hristiyan düşünürler de başta onun fikirleri olmak üzere bu tarz fikirlerden bir teoloji kurmuşlar. Ortaçağin diğer ayağı İslam Felsefesi bu çağda Hristiyan dünyadan çok daha aktif olmakla beraber felsefelerinin temeli Hristiyan dünya ile aynıdır. Özellikle Aristo'nun ilk muharrik fikrini birçok islami filozofun dillendirdigini ve aslına bakarsanız şu an dahi dillendirildigini görmekteyiz. Keza varlıklar hiyerarsisi fikrinde hiyerarsinin tepesinde Tanrı'nin bulundugunu, onun altında duruma göre melek, insan ve hayvan diye gittiğini görüyoruz. Tanrıya akla dayanarak getirilmek istenen argumanlara zamanla İslam dünyasında Gazali, Hristiyan dünyasında Tertuinos ve Ockham gibi insanların tepki gösterdiğini görüyoruz. Tertuinos "Saçma olduğunu bile bile inanıyorum" demiştir. Ockham ise Tanrıya akla dayanarak kanıt getirilmeye çalışılmasinin beyhude olduğunu, getirilen kanıtlarin bir değeri olmadığını söylemiştir. Ortaçağ'dan sonra İslam dünyasına bir daha rastlamiyoruz felsefe tarihinde. Dolaylı yoldan, yani çeviriler neticesinde Avrupa'nın Aristo vb filozoflarla tanışmasini sağlıyorlar ancak doğrudan bir katkılarının olmadığını görüyoruz. Rönesans ve devamında teknolojik gelişmelerin ve keşiflerin de etkisiyle felsefe büyük bir dönüşüm geçiriyor. Ortaçağ'dan çıkarken ülkemizin önemli felsefecilerinden Ahmet Arslan'ın izlediğim bir videosundaki sözünü animasadigim ölçüde yazmak istiyorum: "Ortadoğu dinlerini kazin, altından Platon çıkar." birebir bu şekilde olmayabilir ancak sözün mantığı buydu. Galileo'nun bilime öncülük etmesi ve matematiğin doğanın dili olduğunu dile getirmesi, devamında Descartes'in başını çektiği 17. yy filozoflarin da katkısıyla varlık hiyerasisinde Tanrı yerini yavaş yavaş insana bırakmaya hazırlanıyor. Bilimsel gelişmelerin kilisenin otoritesini sarsmasi, matbaa sayesinde insanların kitaplara daha kolay ulaşması, coğrafi kesiflerle refahın ve kültürel gelişimin artması gibi etmenler neticesinde felsefede insan temelli bir doğrultuya kaymaya başlamıştır. Bilime duyulan güvenin zirve yapmasında tabiki Newton'un katkısı çok büyük. Kilise ve din otoritesini kaybetmekle kalmayıp David Hume'la başlayan ve sonraları özellik Fransız aydınlanmasi filozoflarinin keskin saldırılarina da maruz kalmıştır. Bu saldırıların ve bilimsel gelişmelerin insanlığa katkıları neticesinde halk nezdinde de kilise ve dine karşı soğukluk baş gösterir. Bu durumun yaratacağı etkiye karşı Voltaire, Berkeley gibi insanlar din ile bilimi uyusturmaya, mecazi olarak baristirmaya calismislardir. Ancak ok yaydan çıkmıştır ve kırılma keskinlesir. Modern dünyada artık materyalizm, humanizm gibi akımlar neticesinde varlıklar hiyerasis yerle bir olmuştur. Tanrı bu hiyerarsiden insanlar tarafından kovulmustur ve artık insan her şeydir. Ancak bu durum güllük gulistanlik bir tablo ortaya çıkarmaz. Nietzsche'nin malumun ilanı olan "Tanrı öldü!" seslenisi aslında bir uyariydi insanlığa. Varlık hiyerarsisinin dağılmasınin neticesinde insanları saracak nihilizmin yıkıcı etkilerine karşı Nietzsche bu şekilde uyarmisti insanları. İnsanlığı nihilizm beklerken bilimi yeni din gibi gören kesim ise bilimsel yöntemini geliştirmiş ve insanlığa tek yolun bilim olduğunu bağırıyor adeta. Comte, K.Popper bunların başında geliyor diyebiliriz. Tabi inanç alanında felsefenin bu etkileri olurken siyaset alanında da özellikle Fransız aydınlanmasinin etkisiyle insan hakları, demokrasi, eşitlik sesleri yüksek sesle dillendirilmeye ve bizzat kralın kafasının ucurulmasiyla hat safhaya geçiyor. İngiliz aydınlanmasinin bu söylemlere daha temkinli yaklaştigini görüyoruz. Bilim, bilimle beraber yükselen materyalizmin kadim insanlık sorularına yeterli cevabı vermemesi neticesinde tekrar yeni metafizikci akımlar ve bilime eleştiri getiren akımlar ortaya çıkıyor. Hegel ve onun diyalektigi Kant'i, Kant da birçok kişiyi etkileyecektir. Daha yakin zamandan Heidegger gibi fenomenologlar ve son noktada postmodernistler, aşağı yukarı ortak zeminlerini teşkil eden insanın kadim sorularına bilimin tek başına cevap veremecegi ve insanın ve hayatın sadece maddi yönünün olmadığıdir diyebiliriz. Nitekim bilime getirilen bir eleştiri de onun ne kadar metafizige karşı olsa da kendi temellerinin de birer metafizik olduğudur. Bu yolu takip ederseniz çıkacağıniz nokta kadim sorulardan: Varlık nedir, varlık var mıdır? olacaktır. Bu noktada farklı bir yaklaşımı olan Wittgenstein, felsefede bu dönen tartışmalarin dilsel bir sorundan kaynaklandigini yani dilimizin yetersiz oluşunun bir tezahuru olduğunu söylemiştir. İnsan dilinin kendisine çizdiği sınırlarda yaşar. Varolusculuk akımı da bu zamana kadar bir öz var ve ona bağlı varlık var anlayışını ters yüz edip, önemli olan varlıktır; öz ondan sonra gelir fikrini takip ederek, insanın dünyaya adeta firlatilmis olduğunu ve mutlak özgür olduğunu söyler. Mutlak özgürlüğe dayanamayan insanın kendisini özgür olmadığı yönünde kandirdigini ve toplumdaki rollerinden başını kaldırıp kendisine kadim soruları sormadigini ve dolayısıyla varolusunun farkında olmadan zaman geçirdiği söylenmektedir. A. Camus insanın bu durumunu Antik Yunan'da Tanrılara sürekli baş kaldıran ve Tanrılar tarafından sonsuza kadar sırtında bir taşı tepeye çıkarıp indirmekle cezalandirilan Sisifos'a benzetir. Ve çözüm olarak insanlara Sisifos'u mutlu düşünmeliyiz der. Öte yandan K. Marx tarihe başka bir açıdan bakar ve efendi-kole yani üretimin (ekonominin) merkeze alınarak degerledirilen bir tarih anlayışı ile içinde bulunulan kapitalist düzenin bir gün son bulacaginin, bunun kaçınılmaz olduğunu ve aynı zamanda gelecekte de ekonomik düzenin sosyalizm olacağını ilan eder. İçinde bulunduğu devirde kendisine gulunse de sonraki zamanlarda dünyayı kasıp kavuracak bir Marksizm akımı oluşacaktır. Felsefede sonu gelmez tartışmalara farklı bir açıdan bakan taraf ise pragmatikler olur; sorulardan daha çok pratikte bunların insana faydasının ne olduğuna mercek tutulmasi gerektiğine işaret ederler. Aslında haksız da sayılmazlar. Dünyanın bilimle daha iyi bir yer olacağı vaatleriyle başlayan maceranın nihilizm ve dünyanın daha önce hiç görmediği savaşlar ile neticelenmesine tepki olarak doğan ve günümüze en yakın akim olan Postmodernizm'dir. Tabiki bilimin faydalarını yadsimiyorlar ancak bilimin kullanılis tarzına, sınırları olmadığına ve insanlara tek yol olarak gösterilmesine, benimsetilmesine karşı eleştiri getiriyorlar. Modern Dünya felsefesini son sürat ve nispeten karışık bir şekilde özetlemek istedim. Bunun nedeni de aslında yazarın da bahsettiği gibi modern dünya felsefesinin zenginliği ve aslında birbirinden farklı görüş, tepki ve akimlarin ortaya çıkmasıdır. Bununla beraber kitapta modern dünyayı okurken adeta modern dünyamızın hızına ve karışıklığına paralel bir his oluşmasıdir. Kitapta, felsefenin yani insanların zihinsel dünyasının nasıl birbiriyle bağlantılı şekilde birikimli şekilde geliştiğini görüyoruz. Damlaya damlaya dolan bir göl gibi daha doğrusu dolmaya çalışan göl gibi... Bu çabaya dediğim gibi dolaylı yoldan ve sadece Ortaçağ'da katkı yapan İslam dünyasının geri kalmasını üzüntüyle farkına variyoruz. Çünkü Batı'nın Ortaçağ'dan sonra yaptığı büyük atılımi, gelişimi okurken aslında günümüz İslam dünyası ve haliyle bizim çok gerilerde kaldığımız daha aşikar hale geliyor insana. Bu geri kalmışlik mevzusu; Batı'nın kullandığı telefonu kullanmakla onlarla aynı teknolojiyi kullanmakla çözülecek şeyler değil malesef. Siyasi, sosyal, ekonomik, bilimsel dünyamızın ve en çok, en önemlisi de zihinsel dünyamızın geri kalmışlığıdır. Halbuki Ortaçağ'da Batı karanlığa gömülürken, İslam dünyasının gelişmiş olduğunu görüyoruz. Normal şartlarda İslam dünyasının başını alıp gidecegini ve Batı'nın asla onu yakalamayacagini düşünürüz. Tam tersi oluyor. İşte bunun temelinde felsefik- zihinsel geri kalmak vardır. Elimden geldiğince kitabi genel hatlarıyla anlatmak istedim. Bu konuya ilgisi olanlara kitabı tavsiye ediyorum. Bu arada kadim sorular hala geçerliliğini koruyor. :)) Keyifli okumalar
Felsefe Tarihi
Felsefe TarihiAhmet Cevizci · Say Yayınları · 2015548 okunma
··1 alıntı·
2.661 görüntüleme
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
2267 sayfalık kitap okumadım demezsin artık Kaan, senin için pek çok konu hakkında aydınlatıcı bir keşif olmuş anlaşılan. “Ortaçağ'da Batı karanlığa gömülürken, İslam dünyasının gelişmiş olduğunu görüyoruz. Normal şartlarda İslam dünyasının başını alıp gidecegini ve Batı'nın asla onu yakalamayacagini düşünürüz. Tam tersi oluyor. İşte bunun temelinde felsefik- zihinsel geri kalmak vardır.” Özellikle de şu kısım çok önemli bir ışık tutuyor şu anki çağımıza. Benim de şu an okuduğum Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabındaki gibi yiyecek üretiminin, yazının, uygarlıkların ve ilk siyasi örgütlenmelerin başlamış olduğu yerden felsefe ve zihin tabanında geri kalmanın coğrafyayı ne kadar etkilediğini görüyoruz. Felsefe hakkında aklıma takılan bir şey olursa hepsinden ufak ufak bilgiler olan detaylı ve emek verdiğin bir inceleme olmuş, eline sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Haha aynen :D kesinlikle, felsefe son zamanlarda özelikle ilgimi çeken bir konudur. Bu kitap da bu konuda geçmişten günümüze güzel bir keşif imkanı verdi. Tüfek, Mikrop, çelik kitabını okumayı istiyorum ama araya birkaç roman sıkıştıracagim. Incelemeni begenmene ve faydalı olmasına sevindim, Teşekkürler Oğuz :)
4 sonraki yanıtı göster
Numan okurunun profil resmi
Sofie'nin Dünyası da Goethe'nin aynı alıntısı ile başlıyordu. Felsefe tarihini anlatırken moda heralde bu alıntı ile başlamak. :D Bu kitap listemde bulunuyordu zaten, biraz öne çekeceğim yorumlarından sonra. Beynine sağlık, güzel inceleme :)
Kaan okurunun profil resmi
Haha olabilir hocam, söz çok güzel ve tam uygun geliyor bu tarz kitaplara :) teşekkür ederim :)
Behzat Aktura okurunun profil resmi
Katılmadığım bazı noktalar olmasına karşın çok güzel bir inceleme, tebrik ederim. Kaleminize sağlık 👏👏
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :)
Gamze okurunun profil resmi
Helal olsun emeğinize sağlık 😊
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim ☺
marie sklodowska okurunun profil resmi
Okurken dünyayı etkileyen düşünceleri bir film şeridi gibi izliyormuş izlenimine kapıldım. :) İncelemende de değindiğin gibi; sınavlardan, derslerden, bekleyen atamalardan, gelecek kaygısından, iş, evlilik, çoluk çocuk derdinden kısacası günlük hayatın koşuşturmacasından biz nereden geldik, varoluş amacımız var mı, ölünce ne olacak, varlık var mıdır yok mudur gibi aslında hayatta yapılması bence en mühim olan şeyi; yani merak edip onu tatmin etmek adına soru sormayı unutuyoruz... Fakat kendi adıma konuşacak olursam, ben de bu soruların kesin bir cevabı olmamasından ürktüğüm için pek takılmamaya çalışıyorum ama tabiki birkaç saniye sonra geçiyor. Kültürümüzde fazla meraka iyi bakılmasa ve hakkında pek hoş olmayan sözler söylense de (felsefenin en temel duygusu hakkında böyle sözlerimiz olduğundan neden zihinsel alanlarda gelişmediğimize şaşmamak gerek) en hayati duygularımızdan biridir. Fakat ne gariptir ki, asla ve asla tatmin olmayan ve konuştukça içimizi yiyen bir canavar gibidir. Ben felsefeyle ilgili bir şeyler okurken veya izlerken kendimi ilkel atalarımız gibi ortalıkta kalakalmış ve boşlukta hissediyorum. Sanırım bu da sorulara verilen cevapların bolluğundan dolayısıyla da insanların birbirilerinden çok farklı yaratıklar olmasından kaynaklanıyor. Kesin, net bir cevap yok, bu da belirsizliklerden her zaman korkan biz insanları oldukça ürkütüyor. Fazla uzatmayayım, konu ne de olsa felsefe ve asla sonlanmayacak bir alan. Son olarak, geçmişten günümüze felsefenin gelişimini çok güzel bir şekilde özetlemişsin. Daha yeni başlayanlar için çok faydalı olmuş. Ellerine sağlık ;)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim bu güzel yorumun için :) yorumunda da belirttigin gibi felsefeyle ugrasmak yani bu sorulara cevap bulmaya çalışmak zor ancak bir yandan insanı çekiyor bu sorular. Öte yandan ise insanı büyük bir boşluğa dusurebiliyor. İlginç bir durum :))
Fîlankes okurunun profil resmi
Böyle bir kitap arayışı içindeydim uzun olması beni korkutmadi değil :)) ama eseri güzel ozetlemisiniz emeğinize sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :)
orhan demir okurunun profil resmi
Dogu felsefesinin yunan felsefesine cok buyuk katkilari oldugunu soylerken yaziya dökülmeyen felsefeden bahsetmistir.. bu yuzden hocanin anlatmak istedigi muhtemelen budur ..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.