Platon'un politika ile ahlak arasında ayrım yapmayan, onları birbirine özdeş kılan, hatta politikayı ahlakın emrine veren anlayışının veya ilkesinin kendisine de itiraz etmemiz mümkündür. Bu ilkenin kabuluyle politikanın kendine mahsus varlık alanı ortadan kalkmakta ve daha önce birkaç defa işaret ettiğimiz gibi politika ahlaka tabi olmakta, onun bir alt alanı haline gelmektedir. Bunun sonucunda ise devlet, ahlaki ödevleri bulunan, özü itibariyle ahlaki bir kurum haline dönüşmektedir. Bunun doğal devamı devletin kendisini meydana getiren bireylerin ahlaki iyilikleri veya kötülükleri üzerinde karar veren, bu yönde onları şekillendiren bir kurum haline gelmesidir. Bunun ise yine ciddi birtakım tehlikelere yol açması tabii doğaldır. Çünkü bu durumda politikanın yanında ahlakın da otonamisi ortadan kalkmakta ve daha tehlikelisi devlet bireylerin kendi iyiliklerini ve mutluluklarını ahlaki özerklik ve kanaatlerine göre aramalarına imkan tanıyan tarafsız bir kurum olmak yerine kendi ahlaki iyisini veya daha doğru bir ifadeyle yönetici konumunda bulunan sınıfın ahlaki iyi olarak gördüğü şeyi ve çoğu durumda bireylerin bireysel ahlaki iyileri ile çatışmaya sokması pahasına onlara dayatmaya çalışan despotik bir ahlak muhafızı, bir ahlak zabıtası haline gelmekte veya gelebilmektedir. Ahlakın temel özelliğinin ise kişilerin kendi ahlak duygularına, kendi vicdanlarına, kendi seçimlerine göre iyi olanı özgür olarak gerçekleştirmek ve böylece mutlu olmaya çalışmak veya mutluluğu hakketmenin teşkil etmesi gerektiğini söylemeye gerek var mıdır?