Gönderi

youtu.be/iNyG-HO5qDw yine sana sesleneceğim senin kim olduğunu hiç bilmeden, senin kim olduğunu en çok bilerek isyankar zambakların, çılgın nilüferlerin dört nala açarak kiraz çiçeklerinin, dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım sarı bir hüzün, kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana sana oklardan değil, yaydan bahsedeceğim gülün dikenlerinden değil, gülleri ve dikenlerini doğurmaktan yorulmayan topraktan söz açacağım akan su gelmeyecek kelimelerime, suyu şefkatla kucaklayan sessiz taşların canını yakan damlaları dillendireceğim yine sana sesleneceğim, senin kim olduğunu hiç bilmeden, bilmek istemeden alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cin, bana gelseydi ve ne dilersem dilememi isteseydi, hiç bir şeyi elde etmeyi dilemezdim bir şeyden vazgeçmeyi isterdim sadece hayatta bir şeyden vazgeçmem lutfedilseydi... bedeli herşeyim olsa bile sana seslenmekten vazgeçmek isterdim garip değil mi? sana seslenmekten vaçgeçmediğimi, bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belki de oysa sana seslenmek, bütün hesaplarımı gördüğüm bu dünyadaki tek geride kalmiş hesap benim için bu dünyadaki tek yük bu seslenişin kalbini avcumda tutabilmek kürek mahkumu için kürek ne ise, benim için de sana seslenmek o bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu öbür yandan bileklerimden sızan kanların, gönlümü işgale yeltendiği bir rotanın can suyu oysa ben sana küreklerden değil, gemiden bahsetmek isterdim! atalarım bana kadınlara gökyüzünü, gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler sen kürekleri, yağlı urganları, geceyi siyaha gömen fırtınaları ögretmeye calışıyorsun sana ellerimle dokunarak, gözlerimle okşayarak göstermek isterdim rüzgarla şişen beyaz yelkenleri ama senin vaktin yoktu ben bunu hiç anlayamadım kavminin kadınlari bana öğretmediler ki! bazı kadınların beyaz güvercinlerden daha çok siyah apoletleri sevebileceğini sana sesleniyorum ve gözlerim bileklerinden parmak uçlarına kadar toplanmış kan pıhtılarını seyrediyor kürekleri bırakmıyorum önce yücelttiğin, sonra terk ettiğin aşkın onuru için kalemi bir an elimden düşürmüyorum ankara kalesinin önünde sana sesleniyorum benden kaçıp cennete gitmek isteseydin, seni cennetin kapısına kadar götürürdüm bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı cehennemle konuşurdum seni ona anlatabilirdim oysa sen ne cenneti isteyecek kadar aşk oldun ne de cehennemi isteyecek kadar ayrılık "seviyorum seni ama" dedin, "hoşçakal" diye ekledin "şimdi gitmeye mecburum, belki yine gelirim, umarım gelirim" son sözün oldu cennetin ve cehennemin dillerini, savaş mağaralarını ve aşk şiirlerini, gazelleri ve boleroları öğreten atalarım senin sözlerinin anlamını ögretmediler, hiçbir şey söylemedin gittin ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim dilsiz olanın yaşayabileceğini sen ögrettin bana ve kalemime ilk defa yaban gözlerle baktım yine, yeniden, sadece sana sesleneceğim müebbet bir aşk dışında bildiğim tüm duyguları terk edeceğim sana sesleneceğim yine seni sadece kuru bir sevgiyle değil derin bir hüzünle, binlerce yıllık bir gururla ve pervasız bir öfkeyle sevdiğimi duyumsuyor musun? mütevazi bir sevgiyle değil, küstah bir aşkla sevdim seni ben osmanlı gibi kollarımın yetişemediği bir aşkı kucaklamaya çalışırken sen köprülerin ülkesi venedikteki son sancağı kışın üşümemek için şal yaptın kendine neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde zaman geçtikce eksilir demiştin oysa atalarımın öğrettiklerine ters düşse de, sana inanırım bilirsin zamanla unutursun demiştin, niye daha derinleşiyor öyleyse? derinleşiyor özlemin ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları, coşturuyor ayrılık sözlerin öfkelerin kararlılığını aşka katık ederek konuşacağım bedenim bu dünyayı terk edene kadar öyle sanıyorum ki hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığım için benden uzun yaşıyacaksın benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne onların benden geldiğini bir tek sen bileceksin küstah bir aşkla seveceğim seni ben savaş ve ölümle haşır neşir olan kelimeler dışındakileri unutmaya gayret edeceğim ömrümün geri kalanında sana sesleneceğim yine ben seni beyrut gibi sevdim ama sana ne mağrib'i ne de manhatten'ı anlatamadım bağdat'ı ve şam'ı işgale yeltenmişken venedikten gelen ihanet tarumar etti ordularımı sarı bir keder, kızıl bir kibir, siyah bir isyanla konuşacağım sana senin kim olduğunu hiç bilmeden ağlayan zambakların, dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım senin kim olduğunu en çok bilerek kavmimin bana vaad ettiği tüm aşkları terk edeceğim müebbet bir aşk, sarı bir hüzün, kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım bu dünyayı terk etme müjdesi gelene kadar... hüznü, gururu ve öfkeyi bilseydim keşke hüznümün beni aşan taşkınlığını gururumun binlerce yıl önce'den miras kalmış hoyratlığını öfkelerimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını anlayabilseydim, anlatabilirdim sana seninle yaşanan bir aşktan sonra ayrılığın ölüm bile olsa, mavi bir ölüm olacağını. (ömer çelik)
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.