Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
8/10 puan verdi
"ESKİYİ GETİR, YENİYİ GÖTÜR" YA DA BİR DÖNGÜNÜN ANATOMİSİ Orhan Pamuk... Peşin peşin söyleyeyim, hakkında önyargılarımın olduğu, bazı kitapları ile alakalı, kültürüne, tarihine olan yabancılığı gerekçesiyle eleştirilen, olmayan soykırıma "Türkiye'de 1 milyon Ermeni öldürüldü" diyerek zıplayan ya da böyle zıplaması istenilen, böylece de tarihimizde Nobel alan ilk Türk olarak yer eden, bu argümanlar ışığında kendisini karakter olarak sevmediğim ve de sevmeyeceğim ("Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış" diyebilirsiniz, saygı duyarım) bir yazar kendisi. Gelgelelim, kendisini edebi yönden eleştirmek, hiç olmazsa kitapları hakkında bir iki kelam edebilmek adına yapılması gereken ilk işlem de neydi: Kitaplarını okumak. Ben de bana verilen, "Nobelli Yazar Okuma Etkinliği" görevine yazarın bu kitabını dahil ettim (Sonradan eklediğimi de belirtmek isterim. İlk listemde yoktu kendisi) ve ilk Orhan Pamuk kitabımı da okumuş oldum böylece. Beğendim mi? Beğendim, yalan yok, zaten puanım da bunu kanıtlar nitelikte. Kitap, yazarın eski eserlerinden. 92-94 arasında yazılmış. Dile kolay, 25 seneden fazla zaman geçmiş üzerinden. Kitabın başında, bilmem henüz olayı kavrayamamaktan mı dersiniz yoksa haklı olduğun noktalar var mı dersiniz, sanırım yolculukların başlangıcına kadar, anlatımı o kadar yavan buldum ki, karakterin mühendislik öğrencisi olmasını da fırsat bilerek kitabın "sayısalcı üslubu" ile yazıldığını düşündüm. Fakat tabii sonrasında o üslup şekillendi, rayına oturdu, (ya da trenler çokça zikredilse de yolculukların otobüs yolculukları olmasına atıfta bulunalım hadi) şeridinde ilerlemeye başladı. Buraya kadar her şey tamam. Bundan sonrası EPEYCE BİR SPOILER İÇERECEKTİR. DEVAM EDECEKLERİN BİLGİSİNE!!! Kitabımızın olayı: Arayış. Bir gün bir kitap okursun, hayatın değişir. Bazen hayatını değiştirecek kitabı, doğru olmayan bir zamanda okursun. Aceleciliktir bu ve hayatında olması muhtemel değişiklikler, basit bir unutuş veya gözden kaçışla birlikte kitaplığın tozlu raflarında hapsolur. Bazen de hayatını değiştirecek kitabı ömrün boyunca ararsın da bulamazsın. Lakin her arayışın sonu her zaman bir doygunluk veya bıkkınlık, sonrasında da arayışa başlangıç noktası olan o yere, yani monotonluğa gebedir. "Hayatın anlamı, hayatın anlamı" deyip duruyorlar ya hani, işte onlar hep zırva. İzahı yok hayatın anlamı denilen şeyin. E haliyle izahı olmayınca da mizahı oluyor işte images.app.goo.gl/AW42Zisqc7Tt3RwYA images.app.goo.gl/puhVGX4ReMsHnUuo7 images.app.goo.gl/wuYMNZrWBJNPUkT67 images.app.goo.gl/Q3RtCnKpnh4b66pV7 vee daha niceleri... Bu arada kitapla ilgili aldığım notları karman çorman ettiğim için bir başından bir sonundan şeylerden bahsediyor olabilirim. Kusura bakılmasın. Ne diyorduk? Arayış ve hayatın anlamı... Adını sonradan öğreneceğimiz Osman, annesiyle yaşadığı monoton hayatının içten içe değişimini arzularken karşılaşıyordu "Yeni Hayat" adlı kitapla. Benim düşüncem bu yönde. Ve hayatta yapılması zor hamlelerden biridir monotonluğu yıkmak, öyle kolay bir şeymiş gibi düşünmeyin. İçinde bulunduğunuz kabuğu kırmak, hamster çarkı misali hayatlarınızdan sıyrılmak, çarkın sabitleyici aksamını kırıp, kafes doğrultusunda yuvarlanarak uzaklaşmak... Bunu başardınız diyelim. O anlık özgürlük hissinin verdiği kafa karışıklığı (ya da sarhoşluk diyelim) ilk başlarda size bu soruyu sordurmaz belki ama sonrasında yüzleşeceksiniz kesinlikle: Nereye gideceğim ben şimdi? Osman da kitabın efsununa yorduğu bu uzaklaşma ve arayış haline bir kılıf uyduruyor ve itici gücünü de aşktan alıyor. Canan... Nam-ı diğer "sevgili". Arayış, başta her ne kadar yeni ve de güzel bir diyara yapılıyormuş gibi gelse de sonrasında odağın yer değil bir kişi olduğunu, Canan olduğunu hissettim. Canan ile olduktan sonra, eskisi yenisi fark etmez, her türlü hayatı kabul ederdi insan. Ama Canan, arayışta olduğu için, haliyle onun peşinde olan aşık da arayışın bir parçası haline geliyordu. Sonrasında ise tabii onu aramak, zamanla onun yokluğunu bilgece kabullenmeye evriliyor. Zaman her şeyin ilacı... Ayrıca bir şeylere rastlamak veya keşfetmek değil, zamanla bir şeylerin yokluğunu kabul etmek üzerine kurulu hayat. Kitap da bunu gösteriyor okuyucusuna. Uğruna gençliği tükettiğin şeylerin, ilerde, eğer şanslıysan o günlere dair hoşça bir anı; şansın yoksa da ömrünün en güzel yılları ardından sallanan beyaz bir mendil olduğunu görüyorsun. Yani hamster çarkının sabitleyici aksamı kırılsa da, fazlaca uzağa kaçamıyorsun, çok da maceraperest olma. Büyük Kumpas, Dr. Narin, saat isimleriyle kodlanan ajanlar, Yeni Hayat karamelaları ve üzerindeki melek, Ferah Nane Şekeri vs Yabancı menşeli şekerlemeler, Budak gazozu vs Coca Cola, Magirus vs yeni model otobüsler, köy kahveleri vs günümüz marka kafeleri ve daha niceleri... Her zaman olduğu gibi tokadı aynı suçluya yapıştırıp kıçımızı da aynı suçluya döneceğiz: Kapitalizm. Hepimiz severiz eskiye dair şeyleri. Belli bir yaş almış, hatırı sayılır mazisi olan her jenerasyonun, kendi döneminde olup da şimdi olmayan hemen her şeye dair özlemi mevcuttur. Lakin kapitalizmin getirdiği her türlü yeniliği de kabullenir. Bunu yermek için söylemiyorum, buna direnenler de vardır, takdir edilir, ama bu durumun etkisi altına girememek diye bir durumun söz konusu olacağına ben inanmıyorum. Yenilgiyi şöyle bir örnekle de izah etmek gerekirse, yeniyi ve kapitalizmin getirdiklerini ötelemeye çalıştığınız yerde dahi, kapitalizm size eskiyi "Vintage, Retro vs." gibi etiketlerle zaten yutturuyor. Eskiden beğenmediğiniz, yüzüne bakmadığınız Doğu Ekspresine aylar öncesinden rezervasyon yaptırtıyor, nenelerinizin, dedelerinizin antika gramofonlarını çöpe atıyor, eskiciye veriyorsunuz, sonrasında da moda diye size binlerce tl bayıltıp gramofon aldırtıyor, daha neler neler... Şekerci amcaya romantik bir dürtüyle hak vermek istese de içimiz, hepimiz de biliyoruz ve hatta o da biliyor ki, günü geldiğinde donuna kadar işleyen Batı, şeker tezgahını da ele geçirecek ve eskiye dönüş, hayal ettiği şekilde asla gerçekleşmeyecek. Gelelim konuda takıldığım belli başlı yerlere... Mesela bariz bir mantık hatası vardı hikayede. Nahit'i Mehmet olma yoluna iten o kazada, yanan gencin cebine kendi kimliğini koyuyor Nahit. Gel gör ki adam yanmış, cebindeki kimlik sağlam. Olay yerini inceleyenlerin böylesi bir absürtlüğü fark etmemesi düşünülemez. Hadi diyelim Mehmet'e dönüşen Nahit, bir şekilde kaybettiği kimliğin yerine yenisini çıkarttırdı ama yanan arkadaşın sadece kimliğinin sağlam kalması ve bu şekilde de kimliğinin tespiti bana saçma geldi. Elbette ki eski zamandan bahsediyoruz, DNA testi veya dişten falan kimlik tespiti yoktur henüz. Ama cebinde kimlik buldum diye "hadi ölü de budur o zaman, kimlikte öyle yazıyor" deyip, sarıp sarmalayıp gömmek bana mantık dışı geldi. Osman'ın, sahte Osman'ı vurması sahnesinde ise gerçekten bir, çalınan hayatın öcünün alınması gayesi mi vardı yoksa kıskançlıkla gelen dürtü, o anki hareketi mi tetikledi? Her ne kadar ateş etme anından evvel gelen replik, ilk olasılığa işaret etse de ben, kıskançlığın ağır bastığına kanaat getirdim. Ne Cananmış arkadaş... "Bazen-Bazan" ikilemine gelecek olursak, kimileri tarafından bazan'ın "bazı an" tabirini çağrıştırması sebebiyle doğruluğu kabul edilse de TDK'yi baz alacak olursak, böyle bir kelime yok dilimizde. Orhan Pamuk bu tabiri sıklıkla kullanırmış, okuyucularının yalancısıyım ben de. Bir başka takıldığım noktaya gelecek olursak... E be Osman! Zeki olmaya çalışan öfkenle (senin sözüne ithafen söylüyorum bunu) okuyucuya kitabın dibinden dibinden sorular sorup, dikkatsizliğine laf ettiği için saldırgan ve alaycı diyebiliyorsun ama, birlikte oturduğunuz masadaki biranın markasına varana kadar görebiliyorsan (hem de öğle yemeğinde, yani bu kadar mı kör karanlık ortalık?), sana altı saattir bir şeyler anlatan adamın da kör olup olmadığını gör yani bir zahmet! Hiç mi dikkat etmedin adamın bakışlarına? Hem de "loş bahçeden düşen kurşuni ışıkta" yüzüne bakmışken?.. Neyse, dalgınlığına verelim hadi. Az badireler atlatmadın sen de... Ve son... Melek'e anlatılıyor izlenimine kapıldığım andan itibaren, hikayenin böylesi bir sonla biteceğine kanaat getirmiştim zaten. Yine de böylesi bir son beni üzdü. Keşke arayışını gençlik ateşinde yakıp kül etseydi de Osman, monoton da olsa hayatına devam edebilseydi, ardında bırakmış olduklarının hatrına. Ne de olsa hemen hepimiz bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz?..
Yeni Hayat
Yeni HayatOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20198,3bin okunma
·
75 görüntüleme
Ayşe* okurunun profil resmi
Orhan Pamuk’un Ermeni soykırımı ile ilgili açıklamalarından dolayı Nobel ödülü aldığı, Orhan Pamuk okumamış, ön yargılı hatta Pamuk’tan nefret eden çevreler tarafından ortaya atılmış mesnetsiz, argümansız bir söylemdir (!) Bu söyleminizi yaptığınız incelemede kalemini beğendiğinizi söyleyerek siz de çürütmüşsünüz. Yazarı sevmeyebilirsiniz, kitaplarını sevmeyebilirsiniz, fakat bu ülkede bir çok insanın yaptığı hataya siz de düşmüşsünüz, diğer kitaplarını da eğer okuma fırsatı bulursanız Orhan Pamuk’un Nobel ödülü alan diğer yazarlardan hiç bir eksiği olmadığını, Nobel alması için politik bir açıklama yapmasına gerek olmadığını(!) farkedersiniz. Elbette Orhan Pamuk’tan daha iyi yazarlarda var ülkemizde Nobel ödülünü hak eden, fakat bu ödülü almış olması suçmuş gibi davranıldı yıllarca, bu mu doğru olan? İlla ölmesi mi gerekiyor kıymete binmesi için.
Post Mortem okurunun profil resmi
Orhan Pamuk'un, halihazırda da belirttiğim üzere sadece bir kitabını okuduğumdan dolayı, Nobele layık bir yazar olduğuna veya olmadığına kanaat getirmem mümkün değil. Dediğim gibi, edebi yönü hakkında fikir belirtebilmek adına bir kitabını okumuş olmam gerekti en azından, okudum ve iyi bir edebiyatçı olduğuna az çok kanaat getirdim. Yine de, yokluğu tarihi belgelerle dahi kanıtlanmış ve artık tarihi bir konu olmanın dışında siyasi bir konu haline gelmiş sözde soykırım meselesi hakkında, net bir şekilde cevap verişi benim vicdanımın rahat edeceği bir konu değil. Keşke de bu tip hareketlerden uzak dursaydı veya biraz daha bilgi sahibi olsaydı diyorum kendi kendime. Bu durum, yazarın talihsizliğidir veya bu durum üzerinden fayda sağlamıştır kendine, burasını ben bilemem. Fakat altını çizerek söylüyorum, edebiyatçı yönüne bakarak, kendisini takip etmeye devam edebileceğim bir yazar olduğunu tekrar söyleyebilirim. Fikirleri yüzünden edebiyatçılara yüz çevirecek olsak Victor Hugo falan da okumamamız lazım nitekim. Böylesi bir yaklaşıma karşıyım.
10 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.