Gönderi

Olanların Bir Önü Bir Sonu Var
Yüzyıllar öncesinde de günümüzde olduğu gibi, bazı adı duyulmuş bilgi sahibi kimselerin neler yaptıklarını merak eden, hangi meşrepte olduklarını öğrenmek isteyen ve mümkün olursa gördüklerinden yararlanmak ve belki de bilgi kaynağını keşfetmek niyetinde olan kimseler vardı. Arayış içinde bir bölük insan Bahauddin Nakşiben d’in bulunduğu yere geldiler. Şeyhi dergâhın avlusunda neşe içinde gördüler, çevresindeki şakirdleri âdeta bir cümbüş havasındaydı. Yeni gelenlerin bir kısmı bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Mekruhtur bu dediler, gerekçesi ne olursa olsun böyle davranmak bir mürşide yaraşmaz. Ama aralarından bazıları böyle davranmanın mükemmel olduğu görüşünde idiler. İnsanlara bir şeyler öğretmenin güzel bir yolu bu, diye düşündüler ve aralarına katılmak istediler. Diğer bir kısım yolcu ise gördükleri olaydan akıllarının karıştığını, bu muammanın kendilerine açıklanmasının doğru olacağını belirttiler. Geri kalanlar ise bunun belki bir hikmeti olduğunu, lâkin öğrenmeseler de bundan bir şey kaybetmeyeceklerini ileri sürdüler. Ustad, hiçbir şey söylemeksizin bu arayıcılar bölüğüne yol verdi. Bütün bu gözlemciler çeşitli bölgelere dağılıp karşı. laştıkları vakıa üzerinde sözlü ve yazılı beyanlarda bulundular. Fiilen hâdiseyle bağı olmayanlar bile yapılan tartışmalardan etkilendiler. Söz konusu olay gözönüne alınarak düşünce ve davranışlarını ayarlayanlar çıktı. Bir zaman sonra Bahauddin Nakşibend’i ziyaret eden grup bir vesileyle yine o istikâmete geziye çıktı ve bir fırsatını bulup yine Şeyhin dergâhına uğradılar. Kapıdan baktıklarında bir önce gördükleri manzaranın tam tersine şahit oldular, mürşid ve müridleri mazbut ve merbut bir tarzda oturmuş tefekküre, zikre dalmışlardı. Ziyaretçilerin birinci kesimi böylesi daha iyi diye konuştu. Bizim kınamalarımızın faydası olmuş anlaşılan. İkinciler yine mükemmel dediler, anlaşılan ilk seferinde bizi imtihan ediyormuş. Geri kalanlar ise: Çok kasvetli dediler, bu somurtan yüzleri her tarafta görmek mümkün. Bu ikinci olayın ertesinde de yine yorumlar, tartışmalar, etki ve tepkiler doğdu. Olan, bitene üstadın hiçbir sözü olmadı. Uzun bir zaman sonra, önceki iki ziyarette bulunmuş insanların küçük bir bölümü bütün bu gördüklerinin doğru yorumunu bulabilmek, gerçek dersi almak için dergâha geri döndüler. Bahçe kapısına vardıklarında kim olduklarını bildirdiler ve avluya baktılar. Orada Bahauddin Nakşibend tek başına oturmaktaydı. Görünüşünde ne neşeli bir hava vardı, ne de düşüncelere dalmış bir durumda idi. Görünürlerde hiçbir şakird yoktu.“Şimdi bütün hikâyeyi öğrenebilirsiniz” dedi mürşid, “Çünkü talimleri sona erdiği için talebelerimi azad ettim. Siz ilk geldiğinizde öğrencilerim bilgi alanına girmenin gerginliği içinde haddinden fazla ciddî olmaya şartlandırmışlardı kendilerini. Bilgi sert bünyelere nüfuz edemeyeceği için benim neşeli oluşum bir nasihat, bir ıslâh usulü idi. Sizin ikinci gelişinizde talebelerim neşelenmişler, fakat neşe ile katılaşmış haldeydiler. Bu da bilginin nüfuzuna engel teşkil ediyordu. Onları tefekkür ve zikir ile ıslâh ediyordum. Bilmelisiniz ki bir insan herhangi bir işe girişmiş ise, yapmakta olduğu işi o yarım haliyle gören ziyaretçiye izah edemez. Ziyaretçi meselenin ne kadar aşinası olursa olsun faaliyetin önü ve sonu hakkında o işi yapan kadar endişe taşır durumda değildir. Bir faaliyet yürürlükte iken hesaba katılacak olan o faaliyetin isabetli işlemlerle devam ettirilmesidir. Bitirilecek iş üzerinde çalışan insana dışardan değerlendirmelerde bulunmak nasıl herkesin zihnini yanlışa sevkederse, böyle değerlendirmeleri hesaba katmak da işini bitirmeye çabalayan kişiyi şaşırtır.”
Sayfa 103Kitabı okudu
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.