Kırmızı ve Siyah Stendhal'ın ilk defa okuduğum bir eseriydi. Ne zamandır kendisi ile tanışmayı istiyordum aslında. Ne de olsa Nietzsche'nin hayran olduğu bir yazar kötü olamazdı, ki tüm samimiyetimle söyleyebilirim, eseri büyük bir keyifle okudum ve klasik okumayı seven arkadaşlara da kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kitaba aslında on puanı seve seve verirdim fakat çevirinin çok iyi olmamasından dolayı bir puan kırmak durumunda kaldım. O yüzden kitabı Bordo Siyah Yayınları'ndan okumamanızı tavsiye ediyorum.
Stendhal Fransız edebiyatının en büyük realist yazarlarından biri olarak tanınıyor. Küçük yaşta disiplinli ve katı bir eğitimden geçen asıl adı Marie Henri Beyle olan yazar, henüz on altı yaşındayken orduya katılıyor. Birkaç yıl sonra da Napolyon ile birlikte Rusya seferine katılıyor ve Moskova'nın yanışına tanıklık ediyor.
Burdan sonra yazacaklarımda kitabın içeriğine dair bilgiler vereceğim uyarısını yapıp devam edelim.
Şimdi neden bu bilgileri verdiğimi içinizden soruyorsunuzdur. Kitabın ana karakteri taşralı bir genç olan Julien tam bir Napolyon hayranı, kitabın geçtiği dönemde de bir Napolyon hayranı olmak neredeyse bir suç sayılıyor. Ne de olsa eser, Fransa'da Napolyon devrinin kapandığı, ikinci restorasyon döneminin içinde bulunduğu süreci anlatıyor. Bu yüzden karakterimiz bu hayranlığını gizli tutmak durumunda kalıyor. Kitaptan örnek verecek olursam; Julien, sevgilisini kıskandırma maksadıyla soylu, soylu olduğu kadar da sofu bir hanımefendiye mektuplar yazarak ilgisini çekmeyi başarıyor fakat kadının "Napolyon'u seven, beni sevemez" sözleri karşısında düştüğü durum konunun ciddiyetini ve hassasiyetini gözler önüne seriyor.
Julien'e yükselmek için elinde tek seçenek olarak ruhban sınıfına katılmak kalıyor. Latince'yi neredeyse ana dili kadar iyi öğreniyor. Ezber yeteneği sayesinde de bir çok kişinin gözüne girmeyi başarıyor. Karakterimiz aslında ruhban sınıfından ve soylulardan nefret etmesine rağmen amaçlarına ulaşmak için bu nefretini elinden geldiğince gizli tutmaya çalışıyor.
Kitapta dikkat çekmek istediğim bir nokta da yazarın baş karakterlerini anlatırken takındığı tavırdı. Özellikle gururlu Mathilda'nın yaptığı hataları anlatırken bile onu dışarıya kötü göstermeye çalışmadığını, onu değerlendirirken büyüdüğü ortamı göz önünde bulundurmamız gerektiğini dipnot olarak düşmesi nedense bana çok samimi geldi. Ayrıca şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Nietzsche'nin meşhur bir sözü vardır. "Kadınlara mı gidiyorsun kırbacını unutma" diye. Bu söz ile Mathilda gibi fazla ilgiye gelemeyen, sadece kendilerine mesafeli davranıldığında sevebilen kadınlar kastedilmiş olabilir diye düşünüyorum. Bu benim düşüncem, sonuçta katılmayabilirsiniz de. :)
Bana göre Kırmızı ve Siyah; Sefiller, Savaş ve Barış, Monte Cristo Kontu ile birlikte Napolyon dönemini hatta, Napolyon sonrasını merak edenler için bulunmaz bir kaynak niteliğinde.
Son olarak yazarın mezar taşına yazdırdığı şu üç cümleyle incelemeyi bitirmek istiyorum.
Yaşadı
Yazdı
Sevdi...
Keyifli okumalar. :)