Gönderi

ilk ve son aşkım söndürmesin ve ağrılı yalnızlık kırılmışçasına kimi kollarımda ve acılı yalnızlık kesilmişçesine kimi sırtımda varsın acında ağrında sarsın hem bedenimi hem ruhumu… soyağacımın kökleri çokta umurum da değil bulmak isterdim insanlığın köklerini ondandır çocukluğum ondandır gezginliğim ondandır düşmüşlüğüm ondandır yaramazlığım ondandır sersemliğim ondandır çokluğum… insanlığın köklerinde bilmelidir ne istediğini bilmelidir nereye gittiğini insanlaşmaya giden… nasılda sırtladım yıllardır tuzu nasılda tuzlanmıştım gelirken özlem özlemek vagonlarla gelmişti üstüme aklım zekam başımdayken diyorum şimdi hemen burnumun debindeki yurduma ulaşmalıyım delirmeden kafayı takmalıyım aklım zekam başımdayken diyorum şimdi hemen elimin altındaki sürgünlüğümü yazmalıyım delirmeden kafayı takmalıyım… ne çok sevdim ne çok gözledim ne çok imrendim ah! kırlangıçlar gelip de bir gün konmadın gittin gittin el kapılarına yediğim dayaklar aklıma gelirde onca yağan kar onca yağan yağmur vız geldi tırıs gitti ne hayata ne de bir yuvaya tutunamadan sürdüm gittim gelip de bir gün konmadın gittin gittin gittin el kapılarına ah! kırlangıcım… ömür denilen törpüyse biledim biledim biledim bedenimi biledim biledim ruhumu biledim biledim şuncağız kalanı da sen de biledim biledim biledim heyt ulan! özledim yurdumu heyt ulan! özledim seni meydan okumaksa istiyorum hem özgür vatanı istiyorum hem seni hem hüzünlerimi hem aşkımı yaşamaksa ilk ve son aşkım söndürmesin içimdeki kor kor alevlerimi yorulma yorulmayayım tut elimden hem kendini hem beni sabır taşında bile… kaçan yüreğimi kaçan uykumu kaçan çocukluğumu ellerine bıraktım alıp götürdüğün çantanda sakla… kaç insan kovaladı o gece oysa ben kovalıyordum insanlığı… kaç renk alıp da gelmiştim sana kaçını verebildim aç bak avuçlarına… özgür vatanım yok öylesine serseriyim ki özlediğim aşkım yok öylesine deliyim ki… geldiler kaç kişiydiler göremedim geceydi ay da küsmüştü yağdırmadı üstüme tek bir ışığını vurdum vuruldum düştüm kalktım düştüm kalktım kaçtım koştum aysızdım aşksızdım inadına inadına yağmur nasıl döküldü ince ince her bir yaramı nasıl dağladı bir yanım taşıdığım tuzdandır dedim bir yanım dökülen gözyaşımdandır dedim… yanarım yanarım sarhoş olamadım bir türlü oysa hep sarhoş sanırlardı oysa beceremezdim kimseler bilmezdi… bağırdım çağırdım ey dünya ey dünyalılar ey insanlar ey dağlar ey taşlar hiç mi duymuyorsunuz hiç mi görmüyorsunuz bunca çocuk ölürken bunca yiğit ölürken nasıl da geçiyorsunuz kendinizden… dün gibiydi sanki gidişin otobüse binişin nasıl da müebbet gelmişti benden de önce görmüşsün aç kalışımı benden de önce görmüştün karanfil’i benden de önce görmüştün İstanbul’u binişin gidişin nasıl da iç organlarımı parça parça etmişti gidişin şehrin her gecesine ve hayatına ne ölümler getirmişti nasıl da bağırıyordu ölüler son nefeslerinde imdat! imdat! ben gibi… artık yoktun ve ay artık yoktun ve güneş nasıl da pislikleşmişlerdi… çocuktum canımı en çok acıtan uzaklıktı şimdi de canımı en çok acıtan uzaklık sensizlik ve sessizlikse hem çocukluğumu hem de şimdimi en çok ağrıtan o oldu yoksa büyümedim mi hiç… HASAN HÜSEYİN BEYDİL 30/31-Temmuz-2010…01-Ağustos-2010 dehlizlerde
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.