Jero; hızlıca uzaklaşırken pazar yerinden karşısına daha önce hiç görmediği bir renkte -hafif kırmızıya çalan pembe- olan irice bir baykuş dikildi, içinden gelen ses “bu mutlaka yaşlı kurdun işi olmalı” diyerek baykuşu takip etmeye başladı. Hızlıca koşarken arada korkuyla arkasına bakıp iki genç ile mesafeyi açmaya çalışıyor, aynı zamanda bu garip hayvanın bir havalanıp bir konduğu yerleri izliyordu... Son kez arkasına dönüp baktığında iki genci göremedi, kızıl baykuş; ustaca, sanki bütün dar sokakları, dönemeçleri biliyormuşçasına kurtarmıştı onu.
Nihayet ıssız bir yerde başbaşa kalmışlardı. Kızıl baykuş:
-Jero! Yaşlı kurdun seçilmiş çocuğu olan Jero! Şunu iyice bil ki asla yalnız olmayacaksın, ne zaman tehlikede olsan ben veya benim gibi başka varlıklar, sana yol göstereceğiz!
Jero:
-Anlamıyorum! Yaşlı kurt beni seçti ise neden baharat çuvallarının içine yolladı! O iki genç de kim? Dahası neden bana düşman gibi davranıyorlardı?
Kızıl Baykuş:
-Onlar bu dünyadaki kötü uçtan besleniyorlar, gezegenimiz sonsuz, ancak yalnızca iki uç var ‘iyi’ ve ‘kötü’. İyi uçtakiler iyiliğin gücü ile beslenerek dünya ve içindekileri yaşatmak, çoğaltmak, mutlu etmek isterken; kötü uçtakiler kötülüğün gücü ile beslenerek, adeta ‘ben’cilliklerinden kör olmuş bir vaziyette bütün dünyayı yok etmek ister... Bunun sonucunda kendilerinin de yok olacaklarını göremeyecek kadar cahil ve acımasızdırlar...
Şimdi beni iyi dinle Jero, anlattıklarımı iyice bellemeni istiyorum, istiyoruz... Hayatı seven, düşmüşleri kaldıran ve dünya kurulalı beri bunu bir görev olarak sahiplenen birileri var; bu iki genç, yaşlı kurdun tıpkı sen ve Mui gibi seçilmişleriydi, ancak zamanla bu görevi kaldıramadılar; içlerini hırs ve düşmanlık bürüdü, kalpleri kapkara oldu, nihayetinde kötülüğün gücüne katıldılar, amaçları ise dünyada son bir iyilik kırıntısı bile bırakmamak, seçilmişleri yeryüzünden silip süpürmek... Ancak başaramayacaklar, biz ne kadar azmedersek iyilik nöbetimizde, o kadar başaramayacaklar hem de...
İşte bütün bunları öğrenmen için o çuvalların arasındaydın, her ne kadar ilk başta kızıp atsan da kurtuluş anahtarın olan taşları artık her şeyi
biliyorsun.
Derken birden ortadan kayboldu baykuş, Jero tam cevap verecekken. Bu sohbet çok yormuştu onu, yavaş yavaş gözkapakları ağırlaşmaya başladı ve Mui’yu düşünerek derin bir uykuya daldı oracıkta...
...
Mui; Macit efendi ve Gülizar hatunla çok mutlu günler geçiriyordu, artık bir anne ve baba olmuşlardı onun için. Babasıyla birlik payitahta giderler, Macit Efendi katiplik işleri ile uğraşırken o bahçede gönlünce koşar, her çeşit çiçekten doyasıya koklar, pür neşe, arkadaşları ile akşama kadar coştukça coşardı. Akşam olduğunda annesine yardım eder, hoş sohbetler ederdi bütün aile ayışığı altında. Yıllardır süregelen evlat özlemini bir çırpıda giderir gibi hasretle bağırlarına basıyorlardı Mui’yu, Macit efendi ve Gülizar hanım. Huzur içinde geçen günler birbirini kovalarken Mui mahzun mahzun bakar olmuştu anne-babasına. Nihayet karşılarına alıp konuştuklarında, Mui:
-Sizi çok seviyorum ancak artık kendi yolumu çizmeliyim. Emekleriniz için teşekkür ederim, kocaman bir kız oldum ve arkadaşım Jero’yu çok özledim... İzin verirseniz uzun bir yolculuğa çıkacağım, arayıp bulmam gereken insanlar var... Bana ihtiyacı olan insanlar...
Anne ve babası bakıştılar, elbette kararına saygı duyacaklarını ve ne zaman isterse geri gelebileceğini söylediler ona. Gülerek uğurladılar onu, hiç unutmayacakları, gözlerinde hep küçük kalacak kızlarını...
Mui için yapılacak tek bir şey kalmıştı, boynundaki madalyonu çıkarıp ‘Jero’ dedi, sonra tekrar ‘Jero’ ve tekrar...