Gönderi

Mevlana İle Şemsin Konyada Buluştukları Yer
Derviş zınk diye durdu, arkasını döndü, ilk defa gülümsedi. “Şu ikisinden hangisi daha ileridedir sence: Hazreti Muhammed mi Sufi Bayezid-i Bistâmi mi?” “Bu ne biçim soru böyle?” diye tersledim. “Son peygamber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ile bir sufiyi bir mi tutarsın?” Etrafımızda meraklı bir kalabalık toplanmıştı ama derviş izleyicileri umursamıyor gibiydi. İfadesini hiç bozmadan üsteledi: “Bir düşün: Peygamber Hazretleri şöyle buyurmamış mıydı? ‘Yarabbi, seni tebcil ederim. Seni lâyıkıyla bilemedim.’ Hâlbuki Bayezid-i Bistâmî ‘Ben kendimi tebcil ederim, benim şanım yücedir. Zira hırkamda Allah var’ dedi. Madem biri Allah’a nazaran ufak hissederken kendini, diğeri Allah’ı içinde taşır, bu ikisinden hangisi daha ileridedir sence?” Birden nefes alamadım, yutkundum. İlk duyduğumda saçma sapan gelen bu soru birden başka bir anlam kazandı. Sanki bir örtü kalktı, altından ilginç bir bulmaca çıktı. Dervişin yüzünde kaçamak bir tebessüm belirip kayboldu. Artık karşımda dikilen adamın meczubun teki olmadığını biliyordum. Benden samimiyetle bir şey istiyordu. Daha evvel düşünmediğim bir soruyu düşünmemi. “Ne demek istediğini anladım” dedim. “Bu iki kelamı karşılaştırıp, her ne kadar Bistâmî’nin sözü daha iddialı görünse de, aslında Peygamber Efendimizin sözünün ondan daha ileride olduğunu açıklamaya çalışacağım.” “Kulak kesildim, seni dinliyorum” dedi derviş. “Allah aşkı derya deniz gibidir. Kendi meşrebince her insan ondan su alır. Fakat kimin ne kadar su alacağı kabının büyüklüğüne bağlıdır. Kiminin kabı fıçıdır, kiminin kova; kiminin kırbadır, kiminin matara.” Ben konuştukça dervişin yüzündeki ifade değişmeye başladı. Yavaş yavaş gözlerine kendi fikirlerinin yankısını başkasının sözlerinde duyan bir adamın yumuşak, dostane parıltısı geldi. “Bistâmî’nin kabı Peygamber Efendimizinkine nazaran ufaktı. O bir avuç içti, kandı. O kadarla mesut ve sarhoş oldu. Ne güzel, kendinde ilahi varlıktan eser bulmuş. Ama o hâlde kalmak, yola devam etmemek demektir. O mertebede bile Allah ile nefs ayrı gayrıdır. Peygamber Efendimize gelince, Allah’ın sevgili kuludur, onun kabı kolay dolmaz. O yüzden Allah, Kuran’da şöyle buyurmuş: Açıp genişletmedik mi senin kalbini? Kalbi böyle genişleyince, yani kabı büyüyünce, doymak bilmez bir susuzluk hasıl olmuş içinde. Boşuna değil, ‘seni lâyıkıyla bilemedik’ deyişi. Hâlbuki kimse Allah’ı onun gibi bilemedi.”
Sayfa 200Kitabı okudu
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.