Gönderi

’Kur’an’ın, Tanrı’nın kelamı olduğuna dair iddiasını doğrulayabilecek sağlam argümanlar mevcut olduğuna göre (bkz. Bölüm 73), Kur’an’ın, sınırlı insan bilgisiyle çelişmesi durumunda büyük bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaması gerekir. Hatırlayın, Tanrı, resmin tamama hakimdir, biz ise sadece bir piksele, bir parçacığa hakimiz. 1950’lere kadar Einstein da dahil bütün bilim insanları, kainatın ezelî olduğuna inanıyorlardı; bütün veriler de bunu destekliyordu ve bu inanç, Kur’an ile çelişiyordu. Kainatın bir başlangıcının olduğu Kur’an’da açıkça ifade ediliyor. Yüksek teknolojili teleskoplar aracılığıyla yapılan yeni gözlemler neticesinde fizikçiler ‘kararlı hal’ (ezelî kainat) modelini bırakarak Büyük Patlama Modeli’ne (başlangıcı olan bir kainat, muhtemelen 13.7 milyar yıl önce) geçiş yaptılar. Yani bilim, Kur’an ile aynı görüşe gelmiş oldu. Aynı şey Kur’an’ın Güneş hakkında ifade ettikleri için de oldu. Kur’an’da güneşin bir yörünge üzerinde olduğu ifade ediliyor; gökbilimciler buna katılmıyorlardı ve güneşin sabit olduğunu söylüyorlardı. Bu, Kur’an ile bilim insanlarının gözlemleri arasmdaki en açık çelişkilerden biri idi. Gelgelelim Hubble teleskopunun keşfinden sonra gökbilimcileri vardıkları sonuçları gözden geçirdiler ve Güneş’in Samanyolu galaksisi etrafında yörünge üzere hareket olduğunu keşfettiler. Gelgelelim bütün bunlar Kur’an’ın bir bilim kitabı olduğu anlamına da gelmez. Kur’an bir ayetler/işaretler kitabıdır. Kur’an-ı Kerîm tabii olgular hakkında çok detaylı bilgiler vermez. Bahsettiği bir çok şey, çıplak gözle görülebilir ve anlaşılabilir şeylerdir. Ayetlerin asıl gayesi tabiatı göstererek fizikötesi bir gücü ve hikmeti açığa çıkarmak, göstermektir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için bilimsel detayları izah etmeye lüzum yoktur. Bunlar zamanla değişebilir; fakat tabii olguların arkasında bir kudret ve hikmet olduğu gerçeği zaman üstü bir hakikattir. Bu açıdan baktığımızda diyebiliriz ki Kur’an ve bilimsel sonuçlar arasındaki çatışma ve çelişme muhtemelen devam edecektir, çünkü her ikisi de tamamen farklı birer bilgi türü arz eder. Burada arz etmiş olduğumuz bahis, Müslümanları ve diğer dindar insanları bilimsel sonuçları reddetmeye yöneltmemeljdir. Böyle bir şey yapmak çok mantıksız olur. Bunun yerine hem doğruluğu iyice kanıtlanmış bilimsel teoriler hem de vahiy üzerinden gelen hakikatler, birbirleriyle çelişki halinde olsalar da, kabul edilmelidirler. Bilimsel sonuçlar, değişken ve mutlak olmayan işler modeller olarak kabul edilmeli ve vahiyle gelen hakikatler de bir insanın inancı olarak kabul edilmelidir. Eğer bilimsel sonuçlar ile Kur’an’daki ifadelerin uzlaşması mümkün görünmüyor ise, vahyi reddedip, o günün bilimsel gerçeğim kabul etmek zorunda değilsiniz. Diğer yandan, bilim de reddedilmemelidir. Daha önce de bahsedildiği gibi, hem bilimsel hem de vahiy üzerinden gelen hakikatleri kabul etmek sizin hakkınızdır. Bilim ve vahiy ele alındığında dengeli ve incelikli bir yaklaşım, bilimi, [değişken ve mutlak olmayan bir saha olarak] kabul edip, delillerin kendilerini ifade etmelerine müsaade etmektir. Fakat bunu yaparken bilimsel anlamda vardığımız sonuçları ve ulaştığımız delilleri salt gerçek ilan ederek bilimsel metodu mutlaklaştırmamalıyız. Bilim, değişebilir. Üstelik anlatmış olduğumuz bu yaklaşım, vahyi de kabul etmek gerektiğini söylüyor. Özetleyecek olursak, bilimsel sonuçları pratik açıdan ve işler modeller olarak kabul edebiliriz, fakat (uzlaştırmayı denedikten sonra) vahiy ile herhangi bir çelişki içerisine girdiği taktirde, bilimsel sonuçları inancımızın bir konusu haline getirmek zorunda değilsiniz. Bu yüzden Müslümanların Darwin’in evrim teorisini [tamamen] reddetmeleri gerekmez; şu anda işler halde olan bir bilimsel model olarak kabul edebilirler, fakat bu teorinin bazı cihetlerinin din ile ulaşamayacağı da anlaşılmalıdır. Hatırlayınız, bir şeyin işe yarıyor olması, mutlak doğru olduğu anlamına gelmez. Bilimsel bilgi ve İlâhî vahyin iki farklı bilgi kaynağı olduğunu da belirtmemiz gerekir. Bir tanesi sınırlı niteliklere sahip olan insan zihninden, diğeri ise Tantı’dandır. Bilimsel sonuçların vahyi inkar etmek için kullanılması, ancak epistemolojik anlamda bir salahiyetsizliğin ürünü olabilir“”. Bizler hakikatin ancak küçük bir parçasını idrak edebiliriz. Bizim bilgimiz sınırlıdır, Tanrı’nın bilgisi ise sınırsızdır. Dolayısıyla ikisi arasında bir çelişki ortaya çıktığında, yukarıda belirttiğimiz strateji benimsenmelidir.
Sayfa 299Kitabı okudu
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.